29 Aralık 2008 Pazartesi

Asıl sıkıntı başka, Beşiktaş da farkında!

Yıldırım Demirören bir basın toplantısı düzenledi; hatalar, komplo teorileri üzerine.

Daha önce diğer kulüplerin yaptığı gibiydi...

Beni en çok Özhan Canaydın’ın toplantısı rahatsız etmişti.

Herkes onu diğerlerinden ayırdığı içindir belki...

Ama o konuşma o gün Galatasaray’ı “büyük” olmaktan uzaklaştırmıştı.

Bu toplantı da Beşiktaş’ı uzaklaştırdı...

Sayın Demirören, Delgado’ya gösterilen kart ile başlayıp, Konya’da “kol” ile bitirecek zannettik, olmadı.

İş yirmi yıla uzadı, “şerefli” ikinciliklere kadar gitti..

“Ankara'da basketbol skorlarıyla biten maçları hatırlayın” dedi.

“Beşiktaş’ın aynı sene, aynı takımı, 6-0 ve 4-0 yendiğini unuttu herhalde” dedim...

Sonra da meşhur Samsun maçı geldi, “şampiyonluk elimizden alındı” dendi.

Hata bu suçlamaları yapanlarda değil, hata bu suçlamaları cezasız bırakanlarda.

Tekrar hatırlatalım...Bugün şikayet edenin menajeri, daha dün hakeme “korkma seni korurum” demişti.

Onu da kulak arkası etmişti şimdi şikayet ettikleri...

Kaç tane suçlama oldu ama hiç soruşturma açıldı mı?

“Şike vardır, bedeli şu kadar cezadır” dediler mi?

Veya “şike yoktur, iftirayı atana şu kadar ceza” diyen oldu mu?...

Bu yapılmadıkça herkes birbirine “şikeci” de der, annesinin, sülalesinin hatırını da sorar...

“Anne” demişken, özür de dilediler o malum söz için.

Sözü taşeronla ilettikleri gibi özür de yine taşere edildi.

Bu arada özür de halktan dilendi, söylenenden değil.

O küfürü edenler bir de dediler ki; sükunetleri, efendiliklerinden, büyüklüklerindenmiş...

En çok burada şaşırdık, hangi sükunet anlamadık...

Asıl sıkıntı başka, Beşiktaş da farkında!

O uzun toplantıda geçen bir cümle anlatıyor aslında...

“ '3 büyük değil, 2 büyük var' yalanı zihinlere yerleştirilmeye çalışılıyor.” dediler laf arasında.

İşte sıkıntı bu, Beşiktaş’ın giderek “büyük” olmaktan uzaklaşması.

Kimse kendi başarısızlığını yirmi, yirmibeş yıla yaymaya çalışmasın, hatayı başka yerde aramasın.

Yani böyle bir komplo vardı da; Toshack’ın, Scala’nın, Del Bosque’nin, Rıza Çalımbay’ın, Tigana’nın, Ertuğrul Sağlam’ın suçu neydi?

Madem sonuçlar komplodan kaynaklandı, antrenörler neden değişti? Başkanlar neden değişti? Avrupa’da başarı neden gelmedi?

“Büyük” olmak için sadece şampiyonluk yıldızı yetmiyor.

Dev ekran televizyonda görüntü oynatmakla da olmuyor...

O görüntüler için harcanan mesai takım için harcandığı zaman “büyük” olunuyor.



Güçlü Berk

25 Aralık 2008 Perşembe

25.12.2008 Ligde Sonbaharın Ardından...

Tam savaş baltalarının çıktığı anda, bir maç eksikle de olsa ilk deveyi kapattık. Bu tatil umarız en çok hakemlere yarar. Son haftalarda yapılan hatalar sebebiyle şikayetçi olmayan takım kalmadı. Eller, kollar, kartlar, ofsaytlar futbolun önüne geçince sahada sergilenen futbol hep ikinci planda kaldı.

Sivasspor bu devreyi lider bitirerek geçen sezon yakaladığı başarının “tesadüf” olmadığını ispatladı. Bu kadar kısıtlı bütçeyle yakalanan başarı, takım değerleri dokuz haneli rakamlarla ölçülen kulüplere de bir mesaj niteliğinde. İki sezondur bu mesajı alan var mı derseniz...Elbette yok!

Trabzonspor yıllar sonra yakaladığı “şampiyonluk havasını”, bir “ofsayt” ile kaybetme noktasına geldi. Taraftarın hatayı sporun dışına taşıyarak protesto etmesi ilerde daha büyük hatalara ve protestolara neden olacaktır. Siyasetin ve tehditkar üslubun bu protestoya egemen olması sezon başında kazandıkları sempatiyi de ortadan kaldırdı. Biz hala o “Lyon” karşısındaki takımı ve anlayışı özlüyoruz...

Galatasaray ve Fenerbahçe ise bu sonbahar aynı kaderi ve kederi paylaştılar. İki takım da sezona kötü bir başlangıç yaparken Galatasaray’ı Benfica deplasmanı, Fenerbahçe’yi ise Galatasaray derbisi ayağa kaldırdı. Galatasaray, Avrupa macerasına devam edebildiği için Skibbe bir adım önde görünüyor ancak iki tarafta da teknik direktör konusunda her maç sonu aynı tartışmalar yaşanıyor; Disiplinleri, oyuncu ile diyalogları hatta futbol bilgileri bile henüz taraftarları ikna edebilecek düzeyde kabul görmüyor.

Ankaraspor yerel yönetim desteğini en efektif kullanan takım. İkinci yarıda aynı tempoyu devam ettirmeleri diğer belediye takımları gibi yerel seçimlerle orantılı görünüyor. “Yerel seçimler” ve “futbol” kavramları ancak spor ve siyasetin bu kadar iç içe geçtiği bir ülkede beraber kullanılır herhalde...

Ertuğrul Sağlam Beşiktaş’a Metalist maçıyla veda etmişti. Denizli, o tarihten sonra üç dört tane “Metalist maçı” yaşamasına rağmen görevinin başında. İstikrar için gösterilen “sabır” olumlu ama futbol olumsuz.

Kayseri, Gaziantep ve Bursa temsilcileri de ligin “üst yarısında” bulunan takımlar. Taraftar desteğiyle, ligin sonuna kadar bu bölümde kalacak potansiyele de sahipler. Eğer devre arası, “yıldızlarını” kaybetmezlerse daha da yukarıyı zorlayacaklardır.

Diğer dokuz takım için işler biraz karışık görünüyor. Kocaeli ve Hacettepe, eğer reform yapmazlarsa, Bank Asya 1. Lig’e en yakın takımlar. Kalan yedi takımdan Antalyaspor ve Denizlispor’un da işleri zor. İyi niyetli ama genç kadroları gerilimin arttığı son haftalarda sıkıntı yaşayabilir. Tecrübesizliğin getirdiği baskı her an hata yaptırabilir ve hayati puanların kaybedilip 1. Lig’e uzanan son vizenin alınmasına neden olabilir.

Bu sene şampiyonluk, UEFA ve küme düşme mücadelesi çok çetin geçecek. İyi futbol izlemek isteyenler için sıkıcı, “polemikçiler” için malzemesi bol bir ilkbahar bizi bekliyor, umarım yanılırız. En azından ara transferde Bakan’ları odalarında futbolcuya imza attırırken veya taraftara “seçim vaadi” hesabından “transfer vaadi” verirken görmesek...



Güçlü Berk

21 Aralık 2008 Pazar

21.12.2008 Arda, Seriç ve Kara Paltolular

Kadrolara bakınca Galatasaray’ın favori olması doğal karşılansa bile, “hoca farkı” Galatasaray taraftarının aklındaki en büyük soru işaretiydi. Zaten maç öncesi birbirlerine başarı dilerken Denizli ev sahibi, Skibbe ise misafir görünümündeydi.

Misafir hoca Skibbe oyuncular tarafından başta benimsenmemişti. Yönetim Feldkamp’ı getirerek karşısında kenetlenecekleri “eski düşmanı” sununca, oyuncular Skibbe’nin tarafına geçti. Feldkamp hamlesi çok eleştirilse de oyuncular üzerindeki etkisinin olumlu olduğunu kabul etmek gerekir.

Maç futbol tutkunları için inanılmaz keyifli başladı. Henüz sekizinci dakikada Rüştü’nün sektirdiği top ile Servet tartışmalı bir gole imza attı. Bu gol Galatasaray’ı karşılaşmaya 1-0 önde başlatıyor derken sürekli boş kalan Delgado bir anda skoru eşitledi.

Holosko ceza sahasında Arda’yla karşı karşıya kalınca tek çare olarak çelme takabildi. Pembe kramponlar Baros’a bu maçta ilk golü penaltıdan getirdi.

Penaltıdan sonra Beşiktaş müthiş bir baskısıyla Galatasaray’ı sahasına hapsetti. Lincoln’ün bencillikle kaleye vurduğu şut dışında da pozisyon vermediler ancak net bir pozisyona da giremediler.

İkinci yarı ilkiyle aynı süratle başladı. Delgado’nun çenesine hakim olamayıp gördüğü kırmızı kartın ardından gelen Baros’un ikinci golü ile maçın bittiği düşünülürken, Holosko on kişilik Beşiktaş’ı tekrar maça bağladı.

Mustafa Denizli golle yakaladığı havayı iki oyuncu birden değiştirerek devam ettirmek istedi. Bu kumar mücadele açısından Beşiktaş’ı ayakta tutsa da Uğur’un kündesi “pembe krampon”lara üçüncü golünü kazandırdı.

Baros’un gollerine rağmen maçın adamı Arda’ydı. Hem hücumda hem savunmada terinin son damlasına kadar mücadele ederek alkışı en çok hak eden futbolcu oldu. Maçın kötüsü ise taç atmaktan başka olumlu bir hareketi olmayan Seriç’ti. Beşiktaş maça Seriç yerine başka bir isimle başlasaydı sonuç daha farklı olabilirdi.

Son haftalarda düşüşe geçen Beşiktaş’ta Denizli’nin kredisi çok erken tükenmeye başladı. Devre arasında toparlanamazlarsa Denizli’nin Beşiktaş serüveni düşünülenden kısa sürebilir.

Karşılaşmanın olaysız ve en azından kısıtlı küfürle sonuçlanması da sevindiriciydi. Bunu bozan tek görüntü, maç sonunda hakemin başına toplanmış olan “kara paltolu” yöneticilerdi. Yeşil çimenler üzerindeki “kara paltolu” karanlık görüntü, bu insanların futbolun dışında olması gerektiğinin bir ispatı gibiydi…



Yine Konya, yine tartışma…



Bu hafta sonu tartışılan bir başka konu da Kuddusi Müftüoğlu, ama yine fikir birliği yok.

“...Kuddusi olay yerine giderken iki elini çırpıyor. Organik olarak eli veriyor…” diyen var,

Hatta “Önder’in koltuk altı göğüs karışımından sekti” diyen bile var, orası neresiyse?

Benim için o tartışma zaten beş sene önce Sinan Engin’in “Korkma Kuddusi, ben seni korurum...” demesinden sonra bitmişti. O gün düştüğü durumdan sonra Kuddusi Müftüoğlu’nun her kararı doğru olsa ne olur, olmasa ne olur?

Hakemini temize çıkarmayan kurullar, federasyonlar oldukça bu tip tartışmalar ebediyen sürüp gidecektir...



Güçlü Berk

19 Aralık 2008 Cuma

19.12.2008 Arda atsa, Nobre atsa, futbol kazansa...

Yine bir derbi öncesi...

Maçta ne olsa?

Tribünler yarı yarıya olsa,

Başkanlar arada Federasyon Başkanı olmadan yan yana otursa.

Arda atsa, Baros atsa, Nobre atsa, Bobo atsa,

Çok atan kazansa.

Galatasaraylı, takımına Şampiyon Kulüpler’de yarı final oynatan,

Kendi deyimiyle “manyak Beşiktaşlı” Denizli’yi alkışlasa.

Beşiktaşlı, Galatasaray’ı UEFA için alkışlasa...

Maçta ne olmasa?

Hakem hata yapmasa, “piero”ya iş çıkmasa,

Protokol tribününü de dahil, küfür olmasa, kavga olmasa.

Sahaya bir şey atılmasa,

Amigo antrenöre, oyuncu rakibine kafa atmasa.

Buraya kadar iyi de, bunlar olur mu?...

Elbette olmaz. Kavga olur, küfür olur, bin tane Beşiktaşlı maçı bir kafesten izler.

Bir o kadar polis olur, vali olur hatta belki bakan bile olur, kuş uçurtulmaz...

Belki kuş uçmaz ama koltuk uçar, su uçar, çakmak uçar.

İşin kötüsü alıştık bunlara, “olmazsa olmaz”lara.

En azından maç güzel olsa, futbol kazansa...



Güçlü Berk

15 Aralık 2008 Pazartesi

15.12.2008 Basketbolda Kritik Haftalar

Efes Pilsen, Hammonds’dan sonra Bora Hun Paçun’u da bünyesine çağırarak toparlanmaya başlayan “kardeş” takımı Daçka’ya ikici darbeyi vurmuş oldu. Basketbol, futbol kadar popüler olmadığı için bu “kardeşlik” ilişkileri şu an göze batmasa da normal sezonun bitimine dört hafta kala oynanacak maç rakiplerinin ilgisini fazlasıyla çekecektir. Panionios maçının Efes Pilsen için Euroleague’de dönüm noktası haline gelmesinin sebebi de kalan maçlarının CSKA Moskova ve Real Madrid ile olması. Bu hafta alınacak bir mağlubiyet yolun sonu anlamına gelebilir. Efes’in en büyük eksiği ise seyirci değil “taraftar” desteği.



Galatasaray Cafe Crown’un farkı, ligde süpriz mağlubiyet almadan yoluna devam etmesi. Geçen sezon aldığı beklenmedik mağlubiyetler play-off’lara erken veda etmesine sebep olmuştu. Avrupa’da alınan başarısız sonuçlar ise seyirciyi küstürebilir. Oostende’den alınan 33 yaşındaki Atkins ise Buducnost maçlarından ders alınmadığını gösteriyor.



Şampiyonluğun en büyük adayı Fenerbahçe Ülker son haftalarda inanılmaz bir düşüş sergilemeye başlamışken farklı Antalya galibiyeti ilk üçte kalmalarını sağladı. Euroleague’de alınan Alba Berlin yenilgisi moralleri bozsa da fikstürün Efes’e göre daha rahat olması tur umutlarını arttırıyor. Yine de üst sıralar için Joventut’tan rövanşı alması gerek. Takımın zayıf halkaları Green ve Vidmar performanslarının üzerine çıkabilirse takım çok daha iyi işler yapabilecek potansiyele sahip.



En ilginç takımlardan biri Pınar Karşıyaka. Mims sayı ortalamasında üçüncü sırada, Williams ligin ribaund lideri, Hakan Köseoğlu asist lideri, Benton bloklarda üçüncü sırada ve yine Hakan Köseoğlu top çalmada dördüncü sırada iken, oynadıkları takım ligde onbirinci sırada... Ayhan Kalyoncu bu durumun sebebini bulabilirse hızla üst sıralara tırmanabilirler.



Antalya’da işler karışık. Kepez başabaş götürdüğü maçları son bölümlerde kaybetmese bugün farklı bir yerde olabilirdi. Maç sonu yaşanan sıkıntıyı tecrübeli Halil Üner ile aşabilirler. Bu hafta ilk galibiyetlerini almaları onlara büyük moral oldu. Antalya B.B. ise Orhun Ene’nin istifasıyla boşalan koltuğa yardımcılığını yapan Altar Tunçkol’u getirdi. Orhun Ene’nin istifasındaki en büyük neden oyuncuların paralarının ödenmemesi gibi görünüyor. Altar Tunçkol iki sezon önce küme düşmesi beklenen Daçka’yı play-off’lara taşıyarak büyük başarı göstermişti. Ancak yaşanan parasal sıkıntılar gerek Tunçkol’un gerekse oyuncuların amaçladıkları performansı göstermelerine engel olabilir.



Beşiktaş Cola Turka’nın üstüste aldığı üç galibiyet ile nefes aldığını söyleyebiliriz. İzmir temsilcisi Aliağa ise Fenerbahçe Ülker ve Türk Telekom galibiyetleri ile lige kendini tanıttı ve Pınar Karşıyaka’nın bu sezon yarattığı “dişli takım” boşluğunu doldurmuş oldu. Ligin dibine demir atan CASA TED Kolejliler’in durumu ise pek parlak görünmüyor. Ankara’nın köklü kulübü bu hafta Pınar Karşıyaka’yı yendi ama Kepez maçı onlar için hedef maç, kaybedilmesi çok sıkıntılı günleri getirebilir.



Güçlü Berk

12 Aralık 2008 Cuma

12.12.2008 Kalite ve Tesadüf

Daha önce Iorfa, Lutu, Bratu, Bruno, Barusso, Lukunku, Almaguer, Duro veya benzeri bir isim hep vardı kadroda...

Şimdi De Sanctis, Meira, Linderoth, Lincoln, Kewell, Nonda, Baros aynı anda Galatasaray’da ve aralarında tartışılanı yok. Herbirinin sakatlığı “Galatasaray’da Şok” manşetiyle haber oluyor...

Yabancılar bir yana, yerlilerin de kalitesi ortadayken beklenti artıyor ve alınan sonuçlardan sonra Galatasaray’ın tartışılanı Skibbe oluyor.

Geçen sezon Zico için yapılan “otorite eksikliği” ve “maç seçme” eleştirileri bu sezon da Skibbe için yapılıyor. Hatta devre arasında bir antrenör değişikliği beklemeyen yok gibi. Her maça bu baskı altında hazırlanınca Skibbe’nin de hata yapması doğal karşılanmalı.

Orta sahaya enerji getiren Barış Özbek maça sağ kanatta tek başına başlayınca Galatasaray’ın direnç çizgisi yine savunmaya kadar geriledi. Karşısında bir engel göremeyen Gençlerbirliği giderek daha kalabalık şekilde hücum etmeye başladı ve 26. dakikada golü buldu.

Ankara ekibi bu golün cesaretiyle yüklenmeye devam ederken, Galatasaray’ın “o tartışmasız” kaliteli ayakları, onbeş dakika içinde yine üç gole birden imza attı...

Her ne kadar iyi futbol iyi futbolcuyla oynansa da kalite her zaman başarı getirmiyor. Zayıf rakip karşısında alınan yapay skor da orta sahanın defansif eksiklerini kapatmıyor.

Hedef eğer lig ise bu kaliteli ve “pembe” kramponlar Galatasaray’ı hep potada tutabilir, ama hedef Avrupa ise bu orta sahayla geçen seneki Leverkusen bozgununu tekrar yaşamamak için dua etmekten başka çare yok gibi görünüyor.

Tesadüf’en bir not...

Aziz Yıldırım geçen sene “Tekrar edilmeyen ve aşılamayan başarılar tesadüfen kazanılmıştır ve hafızalarda hoş bir anı olarak kalmaktan ileriye gidemezler” demişti. Açıkça belirtmese de Galatasaray’ın kazandığı UEFA Kupası’nı hedef aldığı anlaşılıyordu. Şimdi bu “tesadüf” sözünü Galatasaray taraftarı Fenerbahçe’nin geçen sene kazandığı başarı için dile getiriyor.

2000 yılında yapılan yatırımlar, harcanan mesailer, yönetimin, hocaların, futbolcuların emekleri, “ezeli rekabet” adına “tesadüf” olarak nitelenince, Fenerbahçe’nin geçen sezon elde ettiği “haklı” başarı da, 2 puanlık maceranın ardından hafızalarda malesef “hoş bir anı” olmaktan ileri gidemiyor.

İki ekip birbirinin başarılarını küçümsedikçe kendi başarılarını da beş paralık ediyor...

Güçlü Berk

7 Aralık 2008 Pazar

07.12.2008 Ankara’da Halı Sahada

Bu sene Ankara Ulus’ta ki “halı sahada” oynayan takımlardan kendini ilk toplayabilen kulüp Ankaragücü’ydü. Sahaya “suni çim, yapay çim” gibi teknik bir isim vermek istemedim çünkü saha bildiğimiz “halı saha”.

Ankaragücü’nde Cemal Aydın ve taraftar arasındaki enteresan rekabet sezon başında takımı ciddi anlamda etkilemişti. Cemal Aydın’ın Ünal Karaman hamlesi hem takımı toparladı hem tribüne karşı mesaj oldu.

Kimi yorumcular bu “taraftar ayaklanmasında” başrolü takımları birleştirmek isteyen Melih Gökçek’in oynadığı fikrinde birleşse de, bu konu kesinlik kazanmadan bir şey söylemek yanlış olur. Ancak seneye 100. yılını kutlayacak bir kulübün taraftarının kendi başkanına bu kadar küfür etmesi hiç hoş olmuyor.

Suat Arslanboğa maç başlamadan De Sanctis’in boynundan görünen 4 cm beyaza takıldı. Formayla ayrı renk diyorsan, eldivenlerde hatta göğüs reklamında daha çok beyaz vardı. Yok “oyuncuların formasıyla karıştırırım” diyorsan, Serkan Kırıntılı’yı da hem şort hem kazak değiştirmeye göndermen gerekmez mi?

Bu tip otorite şovları kendilerini zor durumda bırakıyor farkında değiller. İkinci yarıya De Sanctis’in aynı içlikle çıktığını farkedemedi mi bilmiyorum...

Ankaragücü beraberliğe razı olduğunu daha maçın başında belli etti. Az adamla geldi Galatasaray sahasına ve Gökhan Emreciksin’in direkten dönen güzel şutu dışında da ciddi bir pozisyon yakalayamadı.

Galatasaray’da da Lincoln, Arda, Kewell gibi teknik oyuncular sahadan korkup “düz” oynamayı tercih edince sahada seyredilecek “keyifli” bir futbol oynanmadı.

İkinci yarıda Ankara takımı biraz daha ileri çıkmayı düşündü ama geriye dönemedi. Bu pozisyonlarda Galatasaray’lılar da yavaş davranınca gol 60. dakikaya kadar gelmedi. Biriken goller 5 dakikada gelince maç bir anda koptu. Kimse Skibbe şapkadan tavşan çıkardı demesin, zorunlu değişiklikler olmasa Skibbe’nin o dakikada herhangi bir hamle düşüncesi yoktu.

Beş dakikada gelen üç golün faturası evsahibi tribünlerinde hemen başkana kesildi. Rakip takıma küfür etmek cezaya sebep olurken kendi başkanına küfür etmek serbest mi? Kaç haftadır Ankara’da küfür var ceza yok...Gerçi ceza olursa bunu isteyen taraftarın işine gelmiş oluyor...

Ceza vermemektense bu iş başka şekilde çözülemez mi? Dakikalarca reklamı yapılan stad kameraları orada süs değilse küfür edenler belirler, stada almazsın...

Bu iş bu kadar zor mu?



Güçlü Berk

4 Aralık 2008 Perşembe

04.12.2008 Berlin’de Final Umudu

Bir takım düşünün;

Sezon daha yeni başlamışken teknik direktörün yardımcıları gönderilmiş,

Takımı Futbol A.Ş. Genel Müdürü kuruyor dedikoduları yayılıyor.

Geçen sezon kendi takımını analiz edemeyen, stoperi, sağ beki “ön libero” oynatan, sonunda da istifa eden eski teknik direktörü, teknik danışman olmuş,

Rakipleri analiz etsin diye…

Bir de ligin formda golcüsünü tavsiye ediyor takıma, belki de yine “ön libero” için.

Peki bu takımın teknik direktörü ne yapıyor diye merak ediyor insan.

Sonra da yönetim diyor ki; Biz teknik direktörün arkasındayız, bu sene UEFA’da da final oynayacağız…

Bu şartlar altında bırakın taraftarı, oyuncuların önce teknik direktöre sonra da bu hedefe inanması çok zor görünse de Galatasaray inanılmaz bir istekle başladı maça. Barış lig maçından sonra bu maçta da Arda ve Sabri’yle birlikte takımı o ruhsuz oyundan kurtarmış ve hareketlendirmişti.

İlk yarıda ki baskı ve mücadele gol getirmese de hepimize yeniden umut aşıladı. İkinci yarıda ki penaltı golü bu arzunun hediyesiydi. Sonrasında Hertha’nın yakaladığı pozisyonlar heyecan yaratsa da Berlin’de bulduğumuz final umudunu kaybettirmedi.

Türk taraftarlar Hertha Berlin’i “auf Wiedersehen” (güle güle) diye uğurlarken yazının başında bahsettiğimiz sıkıntıları unutup bir an için de olsa maçın keyfini çıkartmaya bakıyoruz…

Metalist maçı umarız liderlik şansını Galatasaray’a kaybettirmez. Şampiyonlar Ligi’nden gelecek rakibe göre UEFA gruplarından bir üçüncüyle oynamak büyük avantaj olur. Bu futbolu istikrarla birleştirmesi Galatasaray için finalde belki de Fenerbahçe’yle gerçek bir “dünya derbisi” oynamasına sebep olur.

Güçlü Berk

30 Kasım 2008 Pazar

30.11.2008 Metin Oktay Gelmeden Olmayacak

Ankara takımları ligin başına dert oldu…

Ankara’dan dört takım olur muymuş? Sanki gayri resmi olarak katıldılar lige. Alt liglerden mücadele ederek, yatırım yaparak gelen, yönetmelik gereği Süper Lig’i hak eden takımlar bunlar…

Ankaragücü 1910, Gençlerbirliği 1923 yılında kurulmuş. Biri 100. yılını kutlayacak, diğeri Cumhuriyet ile yaşıt.

B.B. Ankaraspor belediye takımı.

“Halkın parasıyla takım kurulur mu?”.

Bu Ankaraspor’un mu derdi? Sanki TMSF’ye devrolan kulüplerin parasını başkası ödüyor. Doğru olduğunu savunmuyorum ama yönetmelik izin veriyor onlar takımı kuruyor. Hata takımların veya emek veren futbolcuların değil, buna izin veren yönetmeliklerin.

Bugün Galatasaray’ın rakibi Gençlerbirliği Oftaş, yeni adıyla Hacettepe. Ankara’nın dördüncü takımı. Onlar da yetiştirdiği yetenekli gençlerden bir birlik oluşturmuş, hak etmiş gelmiş Süper Lig’e.

Metalist maçının hayal kırıklığı boş tribünlerden anlaşılıyordu. Takım şunu hala anlayamamış. Tribün affetmez…”Hep destek, tam destek” olmak için taraftar önce mücadele ister. Bu da Metin Oktay gelmeden olmayacak anlaşılan.

Maça gelince, Barış uzun zamandır Galatasaray’ın özlediği hareketliliği takıma kazandırdı derken Hacettepe on bir kişiyle dinamizmini sahaya yansıtarak bu işin bir kişiyle olmadığını hatırlattı.

De Sanctis’in kurtardığı akıl almaz top Hacette golünün habercisiydi. Tozo’nun gördüğü ilk kart biraz ucuz kaçsa da hak ettiği ikinci kartla takımını on kişi bıraktı.

Recep suskun Baros’tan yediği hatalı golden sonra konsantrasyonunu kaybedip hakemle ve tribünlerle uğraşmaya başladı. İkinci yarıya kendini toplamış olarak çıksa da Zoko’nun gereksiz yere sebep olduğu penaltı onun şanssızlığı oldu. Zoko üçüncü golde de ofsayt olan Servet’in üzerinden yaptığı asist ile Hacettepe ve tüm stad için maçı bitirmiş oldu.

Hakemler hakkında yazmak istemesek bile Süleyman Abay’ın penaltı pozisyonunda elle oynamayı doğru görüp sarı kartı yanlış oyuncuya göstermesi ilerleyen dakikalarda Hacettepe’nin dokuz kişi kalmasına sebep oldu. Bu hatalar maç başına ücret alan oyuncular için büyük haksızlık olmuyor mu?

Erdoğan Arıca’nın maç sonunda tepkisine sebep olan Lincoln de önce rakibe saygı göstermeyi öğrenmeli ki kendisi de hak ettiği saygıyı görsün.

Takıma özel teşekkür…

Japonya’da düzenlenen turnuvada Kıtalararası Şampiyon olan Galatasaray’ın “Engel Tanımayan” tekerlekli sandalye basketbol takımının başarısı gözlerimizi yaşarttı. Bizden de bir büyük “teşekkür” onlara…

Verdikleri mücadele, “Profesyonel” futbol ve basketbol takımlarına örnek olur umarız.

Güçlü Berk

24 Kasım 2008 Pazartesi

24.11.2008 Arda Gitmeli…

Arda’yı Arsenal almak istedi, Galatasaray “Hayır” dedi…

Ben bunu anlamadım. Elbette Arda çok yetenekli bir oyuncu ama Türkiye’den hiçbir takım 15 milyon sterlinden fazlasına oyuncu almaz, eğer John Benjamin Toshack teknik direktörleri değilse tabi…

Türkiye pazarı Avrupa için ucuz pazar. Pahalısını zaten Hollanda’dan, Belçika’dan, Fransa’dan alıyorlar. Hem de daha profesyonelini alıyorlar, aldıktan sonra taç nasıl atılır, nerede durulur öğretmekle uğraşmıyorlar…

Biz sanki her sene 35-40 milyon dolara üç beş oyuncu satıyor gibi davranıyoruz.

“Futbolcu Fabrikası” deniyor Galatasaray için,

Doğru da…

Pilot takım Beylerbeyi’nde gençler var…Örneğin İrfan Başaran var, Volkan Bekçi var, Erkan Ferin var…

Bir önceki PAF takım 2. lig de kirada…Erhan Şentürk var, Cafercan Aksu var, Mülayim Erdem var…

Şu anda oynayan PAF takım var…Cem Sultan var, Emre Çolak var, Murat Akça var…

Yani var da var… Futbolcu fabrikası çalışıyor; üretimde başarılı ama satışta başarısız. Elde stok fazlası oluşmuş. Üretiyorsun kullanamıyorsun. Arda’yı, Sabri’yi, Servet’i ve Mehmet Topal’ı bu teklifler geldiğinde satmalısın ki elindeki yeni değerleri de vitrine çıkarabilesin…

Hollanda bunu yapıyor. Ajax yapıyor, PSV yapıyor, AZ Alkmaar yapıyor. Biz yapmıyoruz çünkü Avrupa’da hedefler var, Süper Lig’de hedefler var. Sanki onların yok!

Peki Galatasaray şimdi o hedeflerin neresinde?

Arda’yı satmadı Şampiyonlar Ligi’ne mi kaldı?

Servet’i satmadı beş puan farkla lider mi oldu?

Satarsa kazanırız. Sadece para değil, prestij de kazanırız, yeni gençleri de kazanırız.

Yani Arda gitmeli…Galatasaray için, Türk futbolu için… Servet de gitmeli, Volkan Demirel de hatta İbrahim Toraman da, Selçuk İnan da…

Ama para karşılığı gitmeli, Ribery’i, Tuncay’ı, Emre’yi, Okan’ı, Aurelio’yu unutturmak için gitmeli…



Güçlü Berk

22 Kasım 2008 Cumartesi

22.11.2008 Mr. Piero

Skibbe takımı için takdir bekliyor…

Evet, takım oynadığı futbolla zaman zaman zevk veriyor ama en önemli maçlarda beklenen sonucu alamayınca taraftar mutlu olmuyor.

Örneğin Steau Bükreş ve Fenerbahçe maçları için ne diyecek Skibbe? Takdir-i ilahi mi?

Türkiye’de işler malesef böyle yürüyor.

Lider değilsen iyi futboldan bahsedemezsin.

Önce taraftar mutlu olacak, böylece yönetim mutlu olacak…

Sonuçta teknik direktörün kafası rahat olacak.



Maçın Ankara’dan uzak olduğu kadar suni çimden de uzakta başlaması iki takım adına da avantajdı ama Galatasaray maça yine o deplasman donukluğuyla başladı.

Aykut Kocaman’ın yarattığı dengeli Ankara ekibine istediği oyunu kabul ettiremedi.

Hakan Balta Ayhan’ın, Ayhan da Lincoln’ün yerinde oynayınca kendi bölgelerinde gösterdikleri performanstan uzak kaldılar.

Galatasaray ikinci yarıda da beklenen oyununu oynayamayınca deplasman fukaralığı devam etmiş oldu…



Tartışmalı pozisyonlara gelince, onları Piero halleder.

Bilmeyenler için; Piero İsrail’in geliştirdiği bir yazılım.

Yanlış anlaşılmasın adamlar savunma sanayileri için geliştirmiş.

Hedeflerin koordinatlarını belirliyorlar.

Bizde “Mr. Piero” futbolcunun kaç santimetre ofsaytta olduğunu veya topun çizgiyi geçip geçmediğini belirliyor...

İsrail’den alınması gündemde olan insansız uçak “Heron”ları da yakında tribün semalarında görürseniz şaşırmayın.

Heron’lar “tribün terörü” için de kullanılabilir mi acaba? En azından ofsayta oranla daha önemli bir problemi çözebilir…



Güçlü Berk

20 Kasım 2008 Perşembe

20.11.2008 Eksikleri Gördük mü?

Fatih Terim basın toplantısında “önemli olan eksiklerimizi görmek” dedi.

Biz yıllardır hazırlık maçlarında eksiklerimizden başka bir şey görmek için bekledik. Avusturya’da bu azap sona erdi mi, bunu ileride göreceğiz.

Peki neler eksik?

İspanya maçında oynayacak oyuncular eksik…

Örneğin sakatlardan Arda eksik, Semih eksik…

Yine yediğimiz gole kadar ciddiyet eksik…

Formada “kırmızı” eksik…

Uzun zamandır sahaya giren seyirci eksikti, onu bu maçta çözdük…

Sahaya ilk giren vatandaşın taşıdığı “kırmızı” bayrakla formadaki eksiği de hallettik diyelim…

Peki ciddiyet eksikliği? İşte ona bir çözüm bulmak lazım.

Maçın başındaki halimize bu defa bahane bulmak kolay; Avusturya Federasyonu bize jest yaptı. Avrupa Şampiyonası’nda Hırvatistan’ı penaltılarla elediğimiz unutulmaz maçta kullandığımız soyunma odası ve yedek kulübesini kullanmamıza izin verdi.

Bizimkiler bu jesti karşılıksız bırakmayıp o günleri hafızalarında canlandırırken ilk golü yedi. Aurelio hem takımı hem bizi bu rüyadan uyandıran adam oldu.

Devamı bildik “geri dönüş” senaryosu…

İspanya’da işimiz “geri dönüş”lere kalır mı bilinmez ama bu uyur gezer halimiz sürerse, orada göreceğimiz eksiklerimizi bir daha unutamayız…



Güçlü Berk

18 Kasım 2008 Salı

18.11.2008 Tombaladan Yabancılar

Futbolda yaşadıklarımıza benzer sıkıntıları basketbolda da yaşıyoruz. Beko Basketbol Ligi medyamızda hemen İspanya ACB Ligi ile karşılaştırılıyor. İtalya, Rusya ve Yunanistan gibi ligleri geride bırakmışız bile. Peki oynanan oyun bu iltifatı hak ediyor mu?

Euroleague temsilcilerimizden Fenerbahçe Ülker istikrarlı yapısı ile ligin 1. Çinko yapan en iddialı takımı konumunda olsa da, Skibbe Galatasaray’ın başında nasıl görünüyorsa, Green’de parıldayan Fenerbahçe Ülker’in sönük ampulü gibi kalıyor. Milli Takım’ın 2010 Tanjevic projesine odaklanıyoruz, gençleri kazanıyoruz derken önceki yıllarda NBA Draft’ı için adı geçen Hakan Demirel 2 dakika süre bulabilirse kendini şanslı sayıyor. Tanjevic 2010’a bizi mi yoksa Preldzic ve Vidmar’la Slovenya’yı mı hazırlıyor anlaşılmıyor.

Efes Pilsen geçen yıl David Blatt ile yeni yapılanmaya girişmişken bu sene yine Efes ekolünden eski hocasıyla geçmiş günlerini arıyor ve ligini saymadığımız Rusya’nın CSKA Moskova’sına antrenman yaptırıyor.

Tecrübeli denen “orta yaşlı” Galatasaray Cafe Crown tüm yabancılarını yeni taşlarla kartına dizmişken, Strickland başka bir torbadan gelmişe benziyor. Eurocup’ta Buducnost 21 yaş ortalamasıyla “dolar” değil “mücadele” değerinin önemini gösteriyor.

Beşiktaş Cola Turka’nın durumuna söyleyecek söz bulamazken Türk Telekom yılların istikrarı ile bizi yalancı çıkarmaya çalışarak 2. Çinko’yu hak ediyor.

Banvit lig tarihinin en değerli taşlarından Tab Baldwin ile yakaladığı karizmayı tekrar kazanmaya çalışırken Bandırma seyircisi de hala göz kamaştırıyor. Tab Baldwin demişken o dönem yardımcılığını yapan Erdem Can, Yeni Zelanda teknik ekibi ile Dünya Kupası’nda boy göstermiş ve Milli Takım’ımızla bu turnuvalara gidenler dışındaki ilk isim olmayı başarmıştı. Daha sonra yine Olympiakos ve Panathinaikos’lu ligini beğenmediğimiz Yunanistan’ın PAOK takımına transfer olunca yeni bir değer kazanıyoruz diye de ümitlenmiştik. Ancak B.B.L.’nin kalibresi ağır basmış olacak ki genç Erdem Can şu anda 2. ligde Genç Telekom’da kariyerine devam ediyor.

Sonuçta takımlarımız “yabancılar torbasından” taş çekmeye devam ederken bir türlü “tombala” diyemiyoruz. Hakan Demirel, Erdem Can ve başka bir çok Türk değerini o çok değerli ligimize katamıyoruz ama yıllardır beklediğimiz 2010 projesinde başarı bekliyoruz. “O” torbaya 3+2 taşların yerine yerli taşları atmadığımız sürece “tombala” demek için daha çoook proje bekleriz, nesilleri ziyan ederiz…



Güçlü Berk

16 Kasım 2008 Pazar

16.11.2008 Sami Yen’de Standart Gece

Standart bir Ali Sami Yen karşılaşmasının ötesine geçemeyen maçta Galatasaray kendisi için önemli olan üç puanı yine usta ayaklarıyla kazandı. Maç o kadar standarttı ki yayıncı kuruluş bile tekrar pozisyonlarında oyuncular ve hakemin mimiklerini göstermeyi tercih etti.

Maç içindeki görüntülerden en ilginci Servet’in cellat maskesiydi. Belediye otobüsü ile maça gidip gelmesiyle isim yapan İ.B.B.’nin Sami Yen’e galibiyeti düşünmeden gelmiş olması Servet’in korkutucu görüntüsüne gerek kalmadan Galatasaray savunmasına rahat bir maç oynattı. Cim Bom’u rahatlatan gol ise ceza sahası güreşlerinde ilk devreyi kazanan Bebbe’nin Kewell’ı elinden kaçırmasıyla geldi. Lincoln standart şovunu bu defa golle bitirerek skoru belirledi.

Galatasaray yine bir ruh çağırma seansı havasında Metin Oktay döneminin forma kombinasyonuyla çıkmıştı maça. Artık bu Metin Oktay ve 2000 ruhunu çağırmayı bırakıp kendileri bir ruh yaratsa taraftar da rahat edecek futbolcular da.

Hakemlere gelince performansı arttırması için sezon başında tasarlanan yeni formalarla sahada yerlerini almışlardı. Enselerine isimlerinin yazılması performanslarını ne kadar arttırdı tartışılır ama tanıtımda çorapla fotoğrafları yayınlanan bu maçın hakemi Selçuk Dereli’nin otoritesini tekrar kazanması uzun sürecek gibi görünüyor.

90 dakikada can sıkan olay ise genç Arda’nın kalp ritmi bozukluğu sebebiyle hastaneye kaldırılmasıydı. Sporcular arasında yaşanan kalp problemleri 2003 yılında Marc-Vivien Foe’nun maç esnesında hayatını kaybetmesiyle dünyanın gündemine, Ümit Özat ile de Türkiye’nin gündemine gelmişti. Bu kadar yoğun maç temposuna federasyonlar bir çözüm bulmayı düşünmüyorsa, teknik direktörlerin oyuncuları bazı maçlarda dinlendirmesi yeni acıların önüne geçebilir. Arda’nın futbol hayatı sona ererse bunun sorumluluğunu alacak bir kurum biliyor musunuz Türkiye’de…



Güçlü Berk

15 Kasım 2008 Cumartesi

15.11.2008 ultrAslan

Bir protesto bildirisi yayınladı ultrAslan…“Bizlere yıllardır Kadıköy mağlubiyeti yaşatan futbolcularımıza, teknik ekibimize ve yönetimimize karşı tavrımızı bugün ki (13.11.2008) Kayserispor maçından önce futbolcularımızı tribünlere çağırmayarak ve maçın ilk beş dakikasın da oturma eylemi yaparak sessiz bir şekilde protesto ettik.” diyorlar giriş cümlesinde.

“Oynadığımız maç herhangi bir lig maçından ibaret olabilir ama ezeli rekabetin önemini anlayın. Bu maçların onur savaşı olduğunu ve Fenerbahçe’nin bizim en büyük rakibimiz olduğunu asla unutmayın.” diyerek devam etmiş ultrAslan. Lig maçları “herhangi bir maç” Fenerbahçe maçı “onur savaşı” oluvermiş bu bildiride.

Derwall bir röportajında “Bu kadar çok öpüşmeye gerek yok, el sıkışmak yeterli” demişti. Türk’lerin her türlü heyecanını, sevincini, üzüntüsünü en aşırı şekilde yaşadığını söylemişti.

Bir maç sonucuyla futbolcuları, teknik adamları, yöneticileri bu kadar organize şekilde “öpen” ultrAslan’ın aklı Steau Bükreş maçından sonra neredeydi acaba? Yoksa o da Şampiyonlar Ligi maçı olduğu için “herhangi bir lig maçı” mıydı? Asıl başarısızlık hala Bükreş’in çimlerini sularken bu Kadıköy takıntısı nedendir?

Galatasaray son 10 sezonda Kadıköy’de galibiyet alamasa da, bu sezonların 6’sında şampiyon olmuş. Eğer böyle devam edecekse ben Kadıköy’de bir 10 sene daha yenilmeye razıyım.

“Onur Savaşları” diyerek hemen herkesi öpmeden önce biraz kendimizi tartıp el sıkışsak, yılların başarılarını deplasmanda alınacak “o” galibiyetin gölgesinde bırakmasak daha iyi destek vermiş olmaz mıyız?



Güçlü Berk

15.11.2008 Tek Yol Devrim

Galatasaray, kulübün ve hatta Türk Futbolu’nun en büyük devrimini Jupp Derwall’i boğaz manzarasıyla kandırıp İstanbul’a getirerek gerçekleştirmişti. Derwall’li Galatasaray’ın şampiyon olduğu 86-87 sezonundan önce, Federasyon’un lig olarak saymadığı ama her ne hikmetse Beşiktaş’ın şampiyonluklarını saydığı iki seneyi de katarsak; Fenerbahçe’nin 11, Beşiktaş’ın 7 ve Galatasaray’ın da Trabzonspor’la birlikte 6 şampiyonluğu vardı. Derwall ile başlayan, devrim sonrası dönemde ise Galatasaray 11, Fenerbahçe 6 ve Beşiktaş ise 5 şampiyonluk kazandı. Derwall’in Türkiye Anıları isimli kitabında geçen tüm isimler bu yıllarda gerek teknik direktör gerek başkan olarak kulüpte görev aldılar. Belki tasarlanmış belki de kendiliğinden gelişmiş olan bu proje Galatasaray’a 2000 yılında, o zamanlarda hayal bile edilemeyen UEFA Kupası’nı da getirdi.

Bugün Galatasaray’ın 110 milyon dolar üzerindeki değeriyle Turkcell Süper Lig’in en değerli takımı olduğu gazetelerde yazıyor. Hiç bir haberde belirtilmese de bu değerler transfermarkt.de internet sitesinden alınmış oyuncu bonservis bedellerinin toplamıdır. Galatasaray ligin en değerli takımı olabilir ama bu rakama ulaşmasının bir sebebi de diğer “büyük” Türk takımları gibi yaşı 30’u geçmiş eski Avrupa yıldızlarına değerlerinin üzerinde paralar ödemesidir. Aynı sitede Roberto Carlos’un 5.000.000€, ve Nonda’nın 5.250.000€ göründüğünü de belirtelim. Ben şahsen şu anda Roberto Carlos veya Nonda’nın bonservisi için bu paraları verecek “aklı başında” bir futbol yöneticisi olduğunu düşünmüyorum.

Değerini kendi cebinden şişiren Galatasaray’da artık yeni bir “Devrim” zamanı gelmiştir. Bu “Devrim”den kastım asla bugünlerde ismi geçen Lucescu değildir. Nantes maçının son 10 dakikasında oynanan meşhur “al gülüm ver gülüm” oyunu, Lucescu ismini duyunca her futbol düşkünü Galatasaray’lı gibi benim de tüylerimin diken diken olmasına yetiyor. İkiliyi karşılaştırınca, Skibbe’nin Galatasaray’a gelmesine yol açan Leverkusen maçında ev sahibinin oynadığı, hepimizi mest eden futbol Lucescu’yu zaten gölgede bırakıyor. Burada bahsettiğim zaten bir antrenör devrimi değil bir anlayış devrimidir.

Bu devrim hangi teknik adamları, hangi futbolcuları, hangi yöneticileri ve hatta hangi taraftar gruplarını yerinden eder bilemem ama giderek “Fenerbahçeleşen” Galatasaray’ın kendini geliştirmesi için “Tek Yol Devrim”dir.



Güçlü Berk

5 Kasım 2008 Çarşamba

05.11.2008 Dünya Derbisi

İstanbul’da bir sonbahar akşamı başkanın telefonu çaldı...

-Maça hazır mısınız başkanım?

-Ooo selam başkanım, sizin maça her zaman hazırız biz. Alex ve emre’yi bizim maça sakladığınızı okuyordum ben de şimdi, götürmemişsiniz İngiltere’ye.

-Siz de Kewell’ı saklamıyor musunuz? Zaten şu angarya Şampiyonlar Ligi maçı da olmasaydı daha iyiydi. Ben aslında PAF takımı gönderelim istiyordum ama bizim ihtiyar çok karşı çıktı. “Kariyerimle oynamayın” dedi. Ne kariyeri varsa? Daha ilk defa bir “Dünya Derbisi’ne” çıkacak.

-Aslında haklısın. Ben de UEFA Kupası maçına bizim su topu takımını mı yollasam diyorum. Onlar Avrupa’da daha başarılı (gülüşmeler). Ben de bizim delikanlıya anlattım bu maçı, öyle Bundesliga’ya benzemez dedim, adı üstünde “Dünya Derbisi” dedim. Bizimkinin de hiç tecrübesi yok ki bu “Dünya Derbisi” için. UEFA maçı önemli değilde hafta sonu kaybederse bavulları toplar artık.

-İddaa da ben Benfica’ya oynadım, alınmazsın umarım. Arsenal’i de ekledim kupona, bizimkiler duymasın. Ama “Dünya Derbisi” banko bizim, şimdiden söylemiş olayım.

-Başkanım ben ikimizin de Avrupa maçlarına üstü oynadım geçtim. Oranı daha iyi. Hafta sonu başka kupon yapacağım. Şu maçtan bir dönelim konuşuruz tekrar.

-Neyse Pazar günü görüşürüz artık kendine iyi bak, maç için de başarılar diliyorum

-Benfica maçı mı?

-Benfica?... Yok hafta sonu oynayacağımız “Dünya Derbisi” için.

-Sağol başkanım ben de size başarılar diliyorum...

Bu elbette hayali bir görüşme ama iki takımın da hatta tüm memleketin şu anki bakış açısını yansıttığını düşünüyorum. Takımlar “Dünya Derbisi’ne” hazırlanırken Avrupa Kupaları angarya görülüyor, oyuncular dinlendiriliyor, anketler hafta sonu oynanacak maç için hazırlanıyor, gazete köşelerinde şimdiden taktikler, maçı kazanma şifreleri veriliyor. Hiç bu kadar umursamaz olunmamıştı Avrupa’ya karşı. İki tarafta da mağlubiyetler şimdiden kabullenilmiş, “Dünya Derbisi’ne” konsantre olunuyor. Avrupa Kupaları’nda alınacak galibiyet mi? O da yanlarına kar kalır ama mesele o değil, mesele “o” maç. “O” maçın sonucuna göre teknik direktörlerden biri gönderilirse buna şaşıracak kimse var mı peki aramızda? Zannetmiyorum. Ligin ikinci yarısında Avrupa Kupaları’nda mücadelesine devam eden olur mu bilmiyorum ama ikinci yarıda da oynanacak olan bir maç zaten o Avrupa’yı değersiz kılmaya yetecek. O maç ise sezonun sonu yaklaştığı için sınıf atlamış olarak çıkacak karşımıza. “Yüzyılın Derbisi” olacak yine her yıl (!) olduğu gibi. Bu hafta oynanacak Avrupa Kupası maçları mı? Onlardan bahsetmeye ne gerek var, zaten bu yarışma da hafta sonu oynanacak “Dünya Derbisi” için değil mi?

Güçlü Berk