30 Temmuz 2010 Cuma

Fenerbahçe mi Galatasaray mı?

Belki de asrın sorusudur; Fenerbahçe mi, Galatasaray mı?


Biz şimdilik sadece Avrupa Kupası performanslarını ve yeni transferleri konuşalım...

Her iki takımın oynadıkları karşılaşmalar karbon kağıdından çıkmış gibiydi. Ev sahibi takımlardan Young Boys Fenerbahçe karşısında Galatasaray ise OFK Belgrad karşısında futbol olarak çok üstündüler. Ancak iki maçın skoru da 2-2 ile deplasman takımlarına yaradı.

Fenerbahçe'nin şu ana kadar oynadığı oyun hiç kimseyi tatmin etmedi. Buna on kişi ile Galatasaray'ı 1-0 yendikleri Dostluk (!) Kupası maçı da dahil. Young Boys maçından sonra herkesin fikri aynıydı; Fenerbahçe'yi ilahlar korudu... Stoch dışında sahada hiç kimse bırakın koşmayı yürümüyordu bile. Young Boys gibi mütevazi bir takım Fenerbahçe karşısında 30 (yazıyla otuz) şut bulabiliyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir. Şu anda Aykut Kocaman'ı koruyan kamuflaj kazanılan Galatasaray karşılaşmasıdır. Neden derseniz;

Efendim Lugano Dünya Kupası'da çok başarılı olmuş tatil yapıyormuş. Uruguay takımının yıldızı Suarez, Lugano daha tatilden dönmeden takımı Ajax'ta maça çıkıyorsa bu işte bir hata vardır.

Emre kendi kafasına göre antremanı yarıda bırakıp gidiyorsa, oyundan alındım diye hocasına tafra yapabiliyorsa bu işte bir hata vardır.

Colin Kazım o ikinci sarı kartı görüp üstüne bir de "sarı kart olduğunu biliyorum ama hakem yerse diye yaptım" tadında açıklama yapabiliyorsa bu işte bir hata vardır.

Bilica hala futboldan uzak, tekme ve yumruklarıyla konuşuluyorsa bu işte bir hata vardır.

Ve bu olayların, disiplinsizliklerin tümünden o takımın başı sorumlu ise Aykut Kocaman'ın ciddi bir sorunu var demektir. Aykut Kocaman Ankaraspor'da çok başarılı bir dönem geçirmiş olabilir ancak Ankara'da çalıştırdığı futbolcular ile Fenerbahçe'de çalıştırdığı futbolcular arasında çok ciddi kalite ve kalibre farkı var. Şu anda Fenerbahçe'de oynayan bir çok futbolcu, "futbolcu Aykut"un bugüne kadar kazandığı sportif başarıların çok üstünde yerlere gelmiş oyuncular. Aykut Kocaman bu takımı idare edebilmek istiyorsa ciddi ve radikal önlemler almak zorunda. Aksi takdirde sonu Bülent Korkmaz gibi olabilir.

Galatasaray'a gelince...orada da işler çok iyi gitmiyor. OFK Belgrad karşılaşmasının ilk yarısı işlerin rayına girdiğini gösteriyordu. Pozisyon vermeden oynanan 45 dakika tüm taraftarları mest etti, sadece gol vuruşlarındaki beceriksizlik göze çarpıyordu. Ancak ikinci yarı ile birlikte belki de yorgunlukla beraber Gerets'ten beri beceremediği temposuz oyuna döndü. Yediği ilk gol ne kadar şanssızlık da olsa ikinci golün hiç bir özrü olamaz. Defansın uyuması dışında Aykut'un kaleyi terketmeme hastalığı da nüksedince o gol kaçınılmaz oldu. Aykut, Turgay Şeren döneminin kalecilerine benziyor. Kale çizgisinden üç adım uzaklaşmaya korkuyor ve bu takımın ciddi tehlikeler yaşamasına sebep oluyor.

Yeni transfer Pino, Keita'nın boşluğunu dolduracak gibi. En azından oyunda kaldığı kısa süre içinde güzel bir futbol sergiledi. Mehmet Batdal ise kaçırdıklarıyla taraftara Hakan Şükür'ü andırıyor. Umarım bir gün golleriyle de Hakan Şükür'ü hatırlatır bize.

Ve Rijkaard... Barcelona geçmişine ve Dünya'nın en iyi ve elit teknik direktörleri arasında gösterilmesine bir itiraz yok. Oynattığı hücum futbolu da Galatasaray taraftarınız izlemek istediği futbol. Fakat oyunun sadece Arda üzerine kurulması, takımın bir türlü düşük tempolu oyunu becerememesi, oyuncuların pozisyon hataları gözlerin yine o takımın teknik direktörüne çevrilmesine sebep oluyor. Evet, tam Lucescu'luk oyuncular olan Mustafa Sarp, Barış veya Ayhan'dan bir Xavi, bir Iniesta yaratmak mümkün değildir, haklıdır. Ama elindeki oyuncuları en iyi şekilde değerlendirmek de teknik direktörün yapacağı iştir. Bir oyun planı üzerinde bu diretmek yavaş yavaş zarar vermeye başladı Galatasaray'a.

Rijkaard 4 sene bekleyip bir UEFA kupası daha kazandıracaksa kimsenin itirazı olmaz. Yok ben sene sonu gidiyorum diyorsa yönetimin şimdiden önlem alması gerekir. Madem bir proje ortaya koyuyorsunuz, o zaman Rijkaard sonrası takımı teslim edeceğiniz kişiyi şimdiden belirlemeniz lazım. Hatta gerekirse Rijkaard'ın yanına yardımcı diye oturtmanız lazım. Sene sonu bakarız, kim öle kim kala diyorsanız bu sefer genel kurulun yönetimi gözden geçirmesi gerekir...

Sonuç olarak iki takım da sezona hazır değil. Fenerbahçe ilk maçı depasmanda oynadığı için daha avantajlı. Önümüzde 1 hafta süre var. Seyrettiğimiz futbol bir adım ileri gidemezse iki takım da elde bir şey kalmayacağı için "Dünya Derbisi"ni beklemeye başlayacak. Çünkü ellerinde taraftarı avutacak ve kendilerini kurtaracak bir şey kalmayacak...

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Bayan Değil(mi) Kadın?


Sanırım ilk olarak Milliyet gazetesinden Nilay Yılmaz ateşli bir şekilde konuyu gündeme getirmişti. "Neden bayan deniyor kadın densin..."


Bu konu çok farklı yorumlar aldı. Kimi "Kadın sporcu olur mu?" dedi kimi "Kadına bayan diyen tomruktur" dedi.

Ntvspor bu konuya ençok destek veren medya kuruluşu oldu. Bayanlar Basketbol Ligi'ni anında "Türkiye Kadınlar Basketbol Ligi" ne çevirdi. Federasyon ise biraz arada kaldı. Ana sayfada Kadınlar Ligi derken Milli Takım linklerini henüz değiştiremedi.

Öyle zannediyorum ki en büyük sıkıntı alt yaş gruplarında çıkıyor ki buna "kadınlar"da hak verecektir.

Örneğin 16 yaş altı takımın ismi ne olacak. 16 Yaş Altı Kadın Basketbol Takımı mı? Ya 20, 18 ve 17 yaş altı milli takımlar?

Peki kulüp takımlarında daha küçük yaş grupları nasıl olacak? Genç, Yıldız ve Minik takımlar; Genç Kadınlar, Yıldız Kadınlar ve Minik Kadınlar diye mi adlandırılacak? Böyle olunca "Minik Kadınlar" kulağa "Bayan"dan daha mı iyi gelecek?

Diyelim ki bunlara "kız" takım diyerek yırttık. Genç Kız, Yıldız Kız, Minik Kız Takımı diye...O zaman daha büyük bir sorun ortaya çıkacak. Hangi yaş grubundan sonra kız takımına kadın takımı denecek? Kızlıktan kadınlığa geçiş yaşı ne olacak? Buna kim karar verecek?

"Bayan değil Kadın" haklı bir isyandı, internet sitelerinde de anlatmaya çalışıyorlar. Ama önemli detaylar düşünülmeden ortaya atılan bir fikir gibi geldi bana. Bu kadın-kız-bayan konusu sonunda namus kavramına uzanır bizim memlekette. Acısını da biz, bu konuyu tartışan - Yılmaz Özdil'in deyimiyle- "tomruklar" değil, yine genç kızlarımız çeker. Buna çare bulacaklar ise yine kadınlardır, hem de bir an önce...



"Áyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde"

Milli Takım hakkında negatif düşünen insanların fikirlerinin önemsiz olduğunu söylemiş Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel.

Ne güzel bir "zırh" bulmuş kendisine. İki gün sonra ne diyeceği şimdiden belli.

"Milli takımın başarısını istemiyorlar...bize engel oluyorlar...bunlar yüzünden yenildik...vs.vs."

Sonra da eklemiş "Basının Dünya Şampiyonası’na hakettiği kadar ilgi verdiğini düşünmüyorum"

Peki Federasyon 2004'ten beri bu şampiyonayı hedef olarak gösterirken çok mu ilgiliydi?

6 sene oturup, turnuvaya üç ay kala oyuncu devşirme kararı alan, onu da yüzüne gözüne bulaştıran federasyon mu ilgili?

Tanjevic turnuvaya sağlık sorunları sebebiyle katılamazsa Orhun Ene'mi, Nihat İzic'mi baş antrenör olacak belirleyemeyen federasyon mu ilgili?

Bu sebeple sayın Demirel, şu anda federasyonun, insanları ve medyayı eleştirmek yerine öncelikle turnuvaya odaklanması ve bu netleşmeyen konuları çözmesi gerekir. Ona buna saldırmanın ne size ne de milli takıma bir fayda getirmeyeceği açıktır. Eğer bir gün (!) başkanlığı bırakırsanız bu sözlerle değil başarılarla anılmak için öncelikli olarak sorunları çözün. Bu tip çekişme ve kavgalar sadece başarısızlık getirir.

15 Temmuz 2010 Perşembe

12 "DEV"şirme Adam...

Tanjevic Milli Takım'ın başına 2004 yılında geldi. O günden beri "bugün" için çalışıldı, 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası. Dile kolay 6 senelik bir çalışma...




1) Devşirme oyuncu "dün" akıllarına geldi. Harun Erdenay açıklama yaptı, Dünya şampiyonasına kadar bir yabancı oyuncuyu Türk vatandaşı yapıp kadroya ekleyeceklermiş. Ardından Emir Preldzic ismi üstünde durduklarını ekledi. Ancak son cümlesi bu şampiyonadan ne beklediğimizi ortaya koydu benim için... Dedi ki Harun Erdenay; "İsmi Emir zaten değiştirmeye gerek yok!". Evet 6 senelik çalışma sonunda gelinen nokta bu. 6 senede bu ekibin Türk basketboluna tek katkısı Emir Preldzic'i Türk vatandaşı yapmak, ismi de zaten Emir.



Bu parlak fikir de 6 sene içinde akıllarına gele gele son iki ayda geldi. Evet Emir Preldzic çok yetenekli ve faydalı bir oyuncu ama bugün yapılacak iş mi bu? Başka yetenekli yabancılar da var; Kinsey gibi, Shipp gibi. Bari tüm takımı devşirme yapsalardı da 12 "DEV"şirme Adam'da "Türk" Milli Takımı olarak sahaya çıksaydı. Harun Erdenay'ı da yabancıya devşirip yine menajer olarak tutardık takımda.



2) Mirsad Türkcan ve Kaya Peker ayrı bir konu. Diyelim ki Mirsad yaşlandı. Fatih Solak'ın çağrıldığı aday kadroda Kaya Peker'in olmaması nasıl açıklanır bilemiyorum. Kendi evinde düzenlediğin şampiyonaya en iyi pivotunu almıyorsun.Bu sezon neredeyse hiç oynamamış Kerem Gönlüm ve Ömer Aşık kadroda, Euroleague dahil neredeyse tüm maçlarda yer alan Kaya Peker yok. Hakikaten aklım almıyor.



3) Bir de Mehmet Okur olayı var. Mehmet Okur sakatlandı, Turgay Demirel ile Bogdan Tanjevic karalar bağladı; "Mehmet Okur'un sakatlığı büyük şanssızlık!!!". İnsan ne diyeceğini şaşırıyor... Kaç senedir Mehmet Okur'u takıma almayan başkasıymış gibi gözümüzün içine baka baka şanssızlık diyorlar.



Sadece yukarıda bahsedilen 3 konu bile bu 6 senelik çalışmanın fiyasko olduğunu gösteriyor. Bu kadar çalışmanın sonucunda Milli Takım bu noktadaysa bizim de beklentilerimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Kim olursa olsun o formayı sırtına geçirmiş 12 kişi dışında tutunacak dalımız kalmamış durumda. Haydi çocuklar...Ne olursa olsun bu millet sizin arkanızda...

14.06.2010