Bugün Fatih Terim’i başarısız ilan etmeye benim vicdanım el vermiyor. Evet, “chuky” Emre’ye tahammül etmesi, egoları, agresifliği hepimizi rahatsız etti. Eleştirdik de… Ama o gün eleştirdik, hakaret etmedik. Bu eleştirileri cebimizde biriktirip bir anda kusmadık. Onun egosu altında ezilenlerin linç kampanyasına katılmadık. Eleştirimizi zamanında yaptığımız için şimdi gönül rahatlığıyla teşekkür edebiliriz. En azından Avrupa Şampiyonası için…
Bu sevinç ve nefretleri dozunda yaşayamadığımızın ispatı dünkü basın toplantısındaydı. Siyasi bir gazetenin bayan muhabiri medyada okuduklarını ve çevresinden duyduğu nefret dolu cümleleri kafasında birleştirmiş olacak ki Terim’in “mesleği bıraktığına” kanaat getirmişti. Terim’de soruyu cevaplamadan önce bayan gazeteciye mesleği değil milli takımı bıraktığını açıkladı. O bayan gazeteci de daha önce duyduklarını düşünerek kendi kendine “Bu kadar hakaretten sonra neden mesleği bırakmıyor acaba?” diye sormuştur herhalde.
Böylesine siyasi bir maçla veda etmemeliydi Terim. Maç o kadar siyasi bir ağırlık kazanmıştı ki, yayıncı kuruluşun maç öncesi programında konuklar “nasıl olsa iki taraf da havlu attı maçı boşverin” havasında hariciye konularına dalmışlardı. Zaten konuklar da siyaset yazarlarıydı. Aynı programda stada yaklaşan siyah renkli arabalara bakıp gelen protokol mensubu için “Kim geldi? Ermenistan Cumhurbaşkanı mı? Yok yok Vali o Vali…” diyerek tahminler yürütüyorlardı.
Yerine kim gelsin derseniz… İsimler havada uçuşuyor. Benim adayım yardımcılarından biriydi. Ancak Belçika maçında Terim tribüne gönderildikten sonra gördüğüm manzara fikrimi değiştirdi. Yardımcıların kulübede çaresizce oturdukları sahne hayallerimi yıktı. Oğuz Çetin bir ara yerinden kalkar gibi oldu. Sonra belki ertesi gün yazılacak yazıları düşünerek tekrar başı önde kulübeye döndü. Milli Takım sorumluluk isteyen bir yer. O sorumluluğun altına girebilecek kimse ekrandaki kulübede yoktu.
Bu sorumluluğu alacak kişi kimdir? Kim bu kargaşanın içine kendini atar? “Yerli istiyorlarsa ben varım, yabancı olacaksa benim Alman pasaportum da var” diyen Yılmaz Vural mı? Ersun Yanal’ı kovalayanlar geri çağırmaz. Mustafa Denizli’nin “içimizdeki İrlandalılar” korkusu var. Şenol Güneş’in karizması eksikti. Bülent Uygun maçları “Laila” olduğu için İstanbul’da oynatmaz. Ertuğrul Sağlam medyayla başedemez. Şaka bir yana bu isimlerden hiç birinin o baskıyı kaldırabileceğine inanmıyorum.
Yerli hocaları birer cümleyle eleyebildiğimize(!) göre hoca yabancı olacak. Ekonomik krizin sebebi olarak gösterilen Terim’in maaşı Löw’e, Lippi’ye, Scolari’ye ve diğerlerine yetmez. Lucescu ve Daum’dan ise bahsetmek bile istemiyorum.
Türkiye’de işlerin nasıl yürüdüğünü daha dördüncü haftada anlayan Ankaraspor Teknik Direktörü Jürgen Röber’in Abdullah Avcı’yla beraber bu işi en iyi yapabilecek isimlerden biri olduğunu düşünüyorum.
Güçlü Berk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder