16 Ekim 2009 Cuma

Terim Mesleği Bıraktı mı?

Bugün Fatih Terim’i başarısız ilan etmeye benim vicdanım el vermiyor. Evet, “chuky” Emre’ye tahammül etmesi, egoları, agresifliği hepimizi rahatsız etti. Eleştirdik de… Ama o gün eleştirdik, hakaret etmedik. Bu eleştirileri cebimizde biriktirip bir anda kusmadık. Onun egosu altında ezilenlerin linç kampanyasına katılmadık. Eleştirimizi zamanında yaptığımız için şimdi gönül rahatlığıyla teşekkür edebiliriz. En azından Avrupa Şampiyonası için…

Bu sevinç ve nefretleri dozunda yaşayamadığımızın ispatı dünkü basın toplantısındaydı. Siyasi bir gazetenin bayan muhabiri medyada okuduklarını ve çevresinden duyduğu nefret dolu cümleleri kafasında birleştirmiş olacak ki Terim’in “mesleği bıraktığına” kanaat getirmişti. Terim’de soruyu cevaplamadan önce bayan gazeteciye mesleği değil milli takımı bıraktığını açıkladı. O bayan gazeteci de daha önce duyduklarını düşünerek kendi kendine “Bu kadar hakaretten sonra neden mesleği bırakmıyor acaba?” diye sormuştur herhalde.

Böylesine siyasi bir maçla veda etmemeliydi Terim. Maç o kadar siyasi bir ağırlık kazanmıştı ki, yayıncı kuruluşun maç öncesi programında konuklar “nasıl olsa iki taraf da havlu attı maçı boşverin” havasında hariciye konularına dalmışlardı. Zaten konuklar da siyaset yazarlarıydı. Aynı programda stada yaklaşan siyah renkli arabalara bakıp gelen protokol mensubu için “Kim geldi? Ermenistan Cumhurbaşkanı mı? Yok yok Vali o Vali…” diyerek tahminler yürütüyorlardı.

Yerine kim gelsin derseniz… İsimler havada uçuşuyor. Benim adayım yardımcılarından biriydi. Ancak Belçika maçında Terim tribüne gönderildikten sonra gördüğüm manzara fikrimi değiştirdi. Yardımcıların kulübede çaresizce oturdukları sahne hayallerimi yıktı. Oğuz Çetin bir ara yerinden kalkar gibi oldu. Sonra belki ertesi gün yazılacak yazıları düşünerek tekrar başı önde kulübeye döndü. Milli Takım sorumluluk isteyen bir yer. O sorumluluğun altına girebilecek kimse ekrandaki kulübede yoktu.

Bu sorumluluğu alacak kişi kimdir? Kim bu kargaşanın içine kendini atar? “Yerli istiyorlarsa ben varım, yabancı olacaksa benim Alman pasaportum da var” diyen Yılmaz Vural mı? Ersun Yanal’ı kovalayanlar geri çağırmaz. Mustafa Denizli’nin “içimizdeki İrlandalılar” korkusu var. Şenol Güneş’in karizması eksikti. Bülent Uygun maçları “Laila” olduğu için İstanbul’da oynatmaz. Ertuğrul Sağlam medyayla başedemez. Şaka bir yana bu isimlerden hiç birinin o baskıyı kaldırabileceğine inanmıyorum.

Yerli hocaları birer cümleyle eleyebildiğimize(!) göre hoca yabancı olacak. Ekonomik krizin sebebi olarak gösterilen Terim’in maaşı Löw’e, Lippi’ye, Scolari’ye ve diğerlerine yetmez. Lucescu ve Daum’dan ise bahsetmek bile istemiyorum.

Türkiye’de işlerin nasıl yürüdüğünü daha dördüncü haftada anlayan Ankaraspor Teknik Direktörü Jürgen Röber’in Abdullah Avcı’yla beraber bu işi en iyi yapabilecek isimlerden biri olduğunu düşünüyorum.



Güçlü Berk

14 Ekim 2009 Çarşamba

Diyarbakır’a dayak, Ermenistan’a kucak...

Yine siyaset futbolun önüne geçti. Bu sayfalarda yazılmaması gereken konular hergün gözünüzün önünde. Hiç bir iddiamızın kalmadığı dönemde Ermenistan ile oynanacak maç manşetlerde.

Neymiş? “Sarı gelin, hadi gelin” türküsü herkesi coşturacakmış. Kim gelsin? Nereye gelsin? Ermenistan gelsin de Diyarbakır gelmesin mi? Daha geçen hafta çocuğuyla maça gelenlere saldıranlar aynı şehirde, o tribünlerde değil miydi? Neden o gün düşmanlığa tepki vermediniz de bugün türküler söylüyorsunuz dostluk adına?

Dostluk derken dost ülke Azerbaycan’ın bayrağını maça getirmek yasak. Diyarbakır’a dayak, Azerbaycan’a yasak, Ermenistan’a kucak... Bu iş nasıl olacak? Kim inanacak?

Bu sözler yanlış anlaşılmasın. Kimseye düşmanlık beslemiyor, sporda kazananın her zaman dostluk olması gerektiğini savunuyoruz. Ermenistan Milli Takımı’na her türlü misafirperverliğin gösterilmesinden yanayız. İtirazımız siyasetin bu denli futbolun içine karışması. Ancak kaş yaparken göz çıkardığımızı, bir tarafa dostluk gösterisinde bulunurken diğer dostları da üzmemek gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz.

Bu Federasyon’un bir çok olumlu girişimleri de oldu ancak hiç bir dönemde siyaset bu kadar futbolun, içinde olmamıştı. Spora, futbola bulaşmak politikacılara reyting getirebilir, oylarını arttırabilir. Bu yüzden transfer sezonlarında bakan odalarında imza atan futbolcuları izliyor, “seçilirsem takıma yıldız getireceğim” vaatlerini dinliyoruz. Politikacı bunun faydasını görebilir de spor bundan ne kazanır?

Kocaelispor borçları sebebiyle transferlerini onaylatamıyor. Antremanları iki ayrı takımla yapıyor. Bir takım ligde maçları oynayan gençlerden oluşuyor. Yüz metre ileride transferlerinin onaylanmasını bekleyen as takım oyuncuları düz koşu yapıyor. Evet bu komedi Bank Asya liginde gerçekleşiyor. Galatasaray formasının her yeri dolduğu için şortuna reklam almaya hazırlanırken Antalyaspor lig başladıktan yedi hafta sonra göğüs reklamı alabiliyor.

Bütün bunlar olurken siyasileri bir futbol maçını kendilerine malzeme yaparken izlemek insanın canını yakıyor. Şimdi siz söyleyin, Türk futbolunun gerçek problemi bu ekonomik sıkıntılar mıdır yoksa Ermenistan milli maçı mıdır?

Bu arada o dostluk mesajı vereceğimiz “Sarı gelin” türküsü şöyle biter;

Erzurumda bir kuş var leylim aman

Kanadında gümüş var oy nenen ölsün sarı gelin

Yarim gitti gelmedi leylim aman

Elbet bunda bir iş var oy nenen ölsün sarı gelin

En azından maçı Erzurum’da oynatsaydınız daha anlamlı olurdu. Tribünler “Sarı Gelin, Erzurum’a Gelin” derken, bu işin altında nasıl bir iş var onu görürdük…



Güçlü Berk

4 Şubat 2009 Çarşamba

Taçsız Kral

Metin Oktay ismi Galatasaraylılar için her zaman önemli bir isimdir…

Mücadele etmeyen, kötü oynayan takımın hatta kulübün şikayet edildiği bir ağabey gibidir o…

Güzel futbolun, Galatasaray sevgisinin simgesidir…

İşte bu sebeple yirmi, otuz yaşlarındaki, onu hiç seyretmemiş taraftarlara bile “Taçsız Kral Metin Oktay, tek aşkıydı Galatasaray, senin gibi Cim Bomlu’yu, unutur mu bu taraftar” mısralarını büyük bir şevkle söyletebilmektedir.

O, tarihe sahip çıkmanın sembolüdür…

Metin Oktay formalarını ticari bir fikir olarak kullanıp milyonlar kazananlar, internet sitesinde sadece üç satır yer ayırabilse de, taraftar o formayı kampanyalı fiyatı için değil temsil ettiği değer için giymektedir.

Şu ortamda bile Fenerbahçe ağlarını yırtan golü malzeme edilmemektedir tribünde.

Yine ona duyulan saygıdandır bu…

Belki biraz da temiz futbol özleminden, Metin Oktay ismini karıştırmamak için o çirkinliklere.

Ben maçlarını değilse de bazı röportajlarını izleyebilmiştim çocukluğumda.

Belki de o günlerde ondan duyduklarımız, bugünlerde duyduklarımıza olan nefretimizi arttırdı.

O dünler, rakibe küfür edilmeyen, beraber maç seyredilen, beraber gülünüp, beraber eğlenilen günlerdi.

Yani o günler “bugünler” gibi değildi.

2 Şubat doğum günüydü, doğum günün kutlu olsun “Taçsız Kral”…





Aziz Yıldırım ve Güiza



Fenerbahçe tartışmasız tarihinin en iyi dönemini yaşıyor Aziz Yıldırım’la…

Onu istifaya çağıran zihniyet hangi düşüncenin ürünüdür bilemiyorum.

Sanırsınız Fenerbahçe Aziz Yıldırım’dan önce her sene ligde şampiyon olur, Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynardı.

Maçtan sonra istifasını isteyenlere “insaf” demek gerek.

Aziz Yıldırım Fenerbahçe’nin yeni Ali Şen’i olmuştur artık. Bugün onu istemeyenler, başkanlığı bıraktıktan sonra yaşanan her sıkıntıda onu hatırlayacak, tribünlerden onu çağıracak.

Evet, bu sene transfer politikası sebebiyle biz de çok eleştirdik ama yeni transfer edilen futbolculara daha fazla sabır gösterilmesi gerekiyor.

Elbette Josico için değil bu sözüm. Onun emekliliğine fazla kalmadı. Ancak Güiza’ya biraz daha şans verilmeli…

İspanya milli takımına seçilmeyi başarmış ve bu kadar yatırım yapılmış bir futbolcunun kendi stadında bu derece tepki görmesini içime sindiremiyorum.

Evet Semih’e yapılan bence de haksızlık ama Lincoln’ün ikinci senesinde yaşadığı değişim Güiza’nın neden kaybedilmemesi gerektiğine örnek olabilir.





Güçlü Berk

27 Ocak 2009 Salı

Şampiyon Kim Olsun?

Şampiyon Kim Olsun?


Turkcell Süper Lig’den ne bekliyoruz?

En azından “futbol”.

Peki hangi konuları konuşuyoruz?



Güiza sevgilisiyle 4 aydır seks bile yapmamış...

Canlı yayında nasıl soyundu?

Küpeleri de otuz bin dolarlıkmış.

Aragones Alex’le küs mü?...

Onun elini sıkmış, bunun sıkmamış...

Ümit hakemin üzerine buz sıçratmış, küfür etmemiş,...

Vay! Ensesinde isim yazılı gıcır formaya nasıl buz sıçratırmış...

“Arda bak buz sıçradı, tam buraya...”, bunun fotoğrafı da var.

“Etse de attım, etmese de attım.”

Maçı tekrar edelim...

Etsen ne olacak, lig mi kurtulacak?



İşin tuhafı yukarıdakiler ara transfer döneminde haber olabiliyor.

Eskiden olsa; “Fabregas Fener’e göz kırptı”,

“Taffarel tavsiye etti, Ronaldinho Galatasaray’a sıcak bakıyor”,

“Kaleci arayışlarını sürdüren Beşiktaş Buffon’da karar kıldı” benzeri hayal dünyamızı genişleten haberler okurduk.

Şikayet ederdik ama bugünden iyiydi.

Dediğimiz gibi, transfer döneminde bile en çok okunan haberler bunlar oluyorsa bu ligde oynanan futbol kimsenin ilgisini çekmiyor demektir ve bu da lig için çok önemli bir tehlikedir.

Bu ligin kurtuluşu sadece Anadolu’dan çıkacak bir şampiyon ile olur...

Trabzon ve Sivas bu sene buna çok yakınlar. Bu yakınlık sadece kendi çabalarından değil, üç büyüklerin “küçük” futbolları da yardımcı oluyor onlara.

Aksi takdirde itirazlar, kavgalar büyüyecek.

Üç büyüklerin kavgaları da kendileri gibi büyük(!) oluyor.

Konuyu Federasyon devirmeye kadar götürebiliyorlar. MHK kesmiyor onları, daha fazlasını istiyorlar. Hakeme meslek bıraktırmak da yetmiyor onlar için. Daha çok kelle kopsun, kan aksın istiyorlar.

Orada bize küfür edildi dedikten sonra burada misafire küfür ediyorlar.

Misafir desen, daha gelirken küfür etmeye başlıyor yolda.

Sadece bir Anadolu Şampiyonu bütün bu hataların, kavgaların, küfürlerin, çirkinleklerin üzerini örtrebilir.

O zaman diyebiliriz ki “Hatalar oldu ama en azından Anadolu’dan bir şampiyon çıktı.”

Belki o zaman gözümüzü başka yerlere çevirebiliriz.

O zaman futbolun keyfini çıkarmaya başlayabiliriz.

Yani bana soracak olurlarsa “Şampiyon kim olsun?” diye,

Anadolu’dan olsun, kim olursa olsun...



Güçlü Berk

16 Ocak 2009 Cuma

Hangisi “Büyük” Takım?

Başkan Yıldırım Demirören “iki büyük yalanı” diyerek Beşiktaş’ın büyük takımlar sınıfından çıkarılmak istendiğini söylemişti basın toplantısında.

Peki sonra ne oldu?

Beşiktaş 34 yaşındaki Yusuf Şimşek’i aldı.

Tuna Üzümcü için kimsenin itirazı olmadı, zaten oynamıyordu.

Asıl itiraz, daha önce Hertha Berlin’den alınan Aydın Karabulut için yapıldı.

Aydın, U18, U19 ve Ümit Milli takımlarında oynamış hatta uluslararası tecrübesi belki Yusuf’tan bile fazla olan gencecik bir yetenek.

Beşiktaş Yusuf’u, Trabzonspor’un ödediği paradan daha yüksek bir bedelle, üzerine de iki oyuncu vererek Bursaspor’dan satın aldı...

Tersten düşünürsek; Bursaspor, 34 yaşına gelmiş oyuncusunu, biri genç, iki oyuncu ve yaklaşık 700.000€ karşılığında satmış oldu.

Şimdi hangi kulüp oradan daha büyük görünüyor?

Bir camianın büyüklüğü elbette bir transfer ile değerlendirilemez. Kulüplerin “büyüklüğü” para pul ya da şampiyonluk sayısıyla ölçülemez.

Beşiktaş tarihiyle bu ülkenin en büyük takımlarından biridir.

Yusuf da bu sene Beşiktaş’a şampiyonluğu getirebilir.

Peki sonra?

Beşiktaş her sene 34 yaşında bir futbolcuyu “geleceğiyle” takas ederek büyük takım olabilir mi?

Biraz önce de söylediğimiz gibi, “büyüklük” şampiyonluk sayısıyla ölçülmüyor.

Bu bir anlayış meselesi...



17 Ocak 1909’da Papazın Çayırı’nda başlayan Galatasaray – Fenerbahçe rekabeti 100. yılını kutluyor(!).

Bir kaç haftadır köşe yazarları çağrıda bulunuyordu iki kulübe...

O “büyük” kulüplerden hiç ses çıkmadı.

Beraber, kendi 100. yıllarından daha görkemli bir kutlama yaparlar demiştik, yanıldık.

Belki birbirleriyle, belki de karma olarak bir İngiliz takımına karşı maç yaparlar diye düşünmüştük, yine yanıldık.

Yarı yarıya da değil beraber otururlar diye hayal kurmuştuk.

Ne gezer...

Bir yemek bile düzenleyemiyorlar.

Biz yarın dostlarımızla toplanıp, eski maçları seyredeceğiz. Beraber yaşadığımız keyifleri hatta öfkeleri hatırlayacağız.

Yani biz futbolun keyfini çıkartacağız, kutlayacağız...Size de tavsiyemiz budur.



Hani “büyük” takım olmak dedik ya...

Sayın Demirören üzülmesin, diğerleri de farklı değil.

Büyük olmanın anlamını bilen yok bu memlekette...



Güçlü Berk

7 Ocak 2009 Çarşamba

Gazze’den Ankara’ya...

Ankara’da, Türk Telekom – Bnei Hasharon maçı öncesi salonda yaşananlar için ne söylenmeli bilmiyorum.

Bu sayfalara siyasetin karışması zaten çok çirkin.

İsrail’in Gazze’de yüzlerce kişinin ölümüne sebebiyet vermesi de herhangi bir “insan” tarafından kabul edilemez.

Evet, orada yaşananları burada protesto etmek de bir hak.

Peki protesto böyle mi olmalıydı?

Büyük pankartlar, bayraklar hazırlansaydı, oradaki acıyı anlatan resimler olsaydı, Telekom siyah formayla çıksaydı, tribünler için hazırlanan bestelerle İsrail kırk dakika protesto edilseydi...

Bunlar, fotoğrafları gördüğümde ilk aklıma gelenler oldu.

Sahaya atılan bir tane “ayakkabı”, son günlerin moda protestosu diye düşünülebilir. Ancak sahaya girip, oyuncu kovalamaya kalkışmak bizi yine haklıyken haksız duruma getiriyor.

Gazeteler Telekom’un hükmen galip sayılacağını yazıyor ama hep bir şüphe var.

Sonuçta İsrail lobisinin basketboldaki gücü tartışılmaz. Saha boşaltıldıktan sonra hakemin çağrısına rağmen sahaya gelmemeleri bizim için şans. Sonuçta hakem sahayı güvenli bulup bu çağrıyı yapıyor.

Ancak ULEB’de gazetelerin çekimserliğiyle paralel bir açıklama yaptı. Bu durumlarda “hükmen galibiyet” olacağını söylese de maçı tescil etmemesi bizde de bir şüphe uyandırdı.

Can güvenliği bahane edilerek tersi bir sonuç çıkması ihtimali de var. Türk takımlarının daha önce de yaşadığı sıkıntılar göz önünde bulundurulursa bu işe zamanında müdahale edilmesi gerekir.

Federasyon yetkilileri ULEB’le sürekli temastadır ve lobiye yenik düşen bir karar çıkmayacaktır diye umuyorum.



Hüseyin ve Preldzic...



Bizim bu görüntüleri beklediğimiz maç ise Galatasaray Cafe Crown – Fenerbahçe Ülker karşılaşmasıydı. Maçta ciddi bir olay çıkmaması sevindiriciydi. Şu küfürü de tamamen kaldırabilirsek derbiler gerçekten keyif vermeye başlayacak.

Hüseyin Beşok takımını sırtlayınca dengeler bozuldu. Fenerbahçe Ülker de süpriz bir isim, Emir Preldzic belki de geldiğinden bu yana ilk defa bir lider gibi oynadı. Kimse eşlik etmeyince de işler kötü gitmeye başladı.

Fenerbahçe takımı Ayhan Şahenk’in potalarından dert yanıyor. Elinde Oğuz, Semih, Mirsad gibi uzunlar varken bu kadar dış atışa dayalı bir basketbol oynarlarsa başka salonlardan da şikayet etmeye başlayacaklar.

Semih bütün maç boyunca çok gergindi ve önemli anlarda yaptığı hatalar Fenerbahçe Ülker’in maçtan kopmasına neden oldu. Büyük hedefleri olan oyuncular, bu işin bir savaş değil spor olduğunu unutmamalı, zaten “tecrübe” diye de buna deniyor...

Galatasaray Cafe Crown, Koray Mincinozlu’ya bu galibiyetle “hoşgeldin” demiş oldu.

Murat Özyer çok beyefendi ve değerli bir antrenördü. Sezon başında yaşananlar hem Galatasaray hem Murat Özyer ismine yakıştırılmamıştı. Bu sebeple ayrılıktan sonra iki taraf adına da sevindik diyebiliriz.



Güçlü Berk