29 Aralık 2008 Pazartesi

Asıl sıkıntı başka, Beşiktaş da farkında!

Yıldırım Demirören bir basın toplantısı düzenledi; hatalar, komplo teorileri üzerine.

Daha önce diğer kulüplerin yaptığı gibiydi...

Beni en çok Özhan Canaydın’ın toplantısı rahatsız etmişti.

Herkes onu diğerlerinden ayırdığı içindir belki...

Ama o konuşma o gün Galatasaray’ı “büyük” olmaktan uzaklaştırmıştı.

Bu toplantı da Beşiktaş’ı uzaklaştırdı...

Sayın Demirören, Delgado’ya gösterilen kart ile başlayıp, Konya’da “kol” ile bitirecek zannettik, olmadı.

İş yirmi yıla uzadı, “şerefli” ikinciliklere kadar gitti..

“Ankara'da basketbol skorlarıyla biten maçları hatırlayın” dedi.

“Beşiktaş’ın aynı sene, aynı takımı, 6-0 ve 4-0 yendiğini unuttu herhalde” dedim...

Sonra da meşhur Samsun maçı geldi, “şampiyonluk elimizden alındı” dendi.

Hata bu suçlamaları yapanlarda değil, hata bu suçlamaları cezasız bırakanlarda.

Tekrar hatırlatalım...Bugün şikayet edenin menajeri, daha dün hakeme “korkma seni korurum” demişti.

Onu da kulak arkası etmişti şimdi şikayet ettikleri...

Kaç tane suçlama oldu ama hiç soruşturma açıldı mı?

“Şike vardır, bedeli şu kadar cezadır” dediler mi?

Veya “şike yoktur, iftirayı atana şu kadar ceza” diyen oldu mu?...

Bu yapılmadıkça herkes birbirine “şikeci” de der, annesinin, sülalesinin hatırını da sorar...

“Anne” demişken, özür de dilediler o malum söz için.

Sözü taşeronla ilettikleri gibi özür de yine taşere edildi.

Bu arada özür de halktan dilendi, söylenenden değil.

O küfürü edenler bir de dediler ki; sükunetleri, efendiliklerinden, büyüklüklerindenmiş...

En çok burada şaşırdık, hangi sükunet anlamadık...

Asıl sıkıntı başka, Beşiktaş da farkında!

O uzun toplantıda geçen bir cümle anlatıyor aslında...

“ '3 büyük değil, 2 büyük var' yalanı zihinlere yerleştirilmeye çalışılıyor.” dediler laf arasında.

İşte sıkıntı bu, Beşiktaş’ın giderek “büyük” olmaktan uzaklaşması.

Kimse kendi başarısızlığını yirmi, yirmibeş yıla yaymaya çalışmasın, hatayı başka yerde aramasın.

Yani böyle bir komplo vardı da; Toshack’ın, Scala’nın, Del Bosque’nin, Rıza Çalımbay’ın, Tigana’nın, Ertuğrul Sağlam’ın suçu neydi?

Madem sonuçlar komplodan kaynaklandı, antrenörler neden değişti? Başkanlar neden değişti? Avrupa’da başarı neden gelmedi?

“Büyük” olmak için sadece şampiyonluk yıldızı yetmiyor.

Dev ekran televizyonda görüntü oynatmakla da olmuyor...

O görüntüler için harcanan mesai takım için harcandığı zaman “büyük” olunuyor.



Güçlü Berk

25 Aralık 2008 Perşembe

25.12.2008 Ligde Sonbaharın Ardından...

Tam savaş baltalarının çıktığı anda, bir maç eksikle de olsa ilk deveyi kapattık. Bu tatil umarız en çok hakemlere yarar. Son haftalarda yapılan hatalar sebebiyle şikayetçi olmayan takım kalmadı. Eller, kollar, kartlar, ofsaytlar futbolun önüne geçince sahada sergilenen futbol hep ikinci planda kaldı.

Sivasspor bu devreyi lider bitirerek geçen sezon yakaladığı başarının “tesadüf” olmadığını ispatladı. Bu kadar kısıtlı bütçeyle yakalanan başarı, takım değerleri dokuz haneli rakamlarla ölçülen kulüplere de bir mesaj niteliğinde. İki sezondur bu mesajı alan var mı derseniz...Elbette yok!

Trabzonspor yıllar sonra yakaladığı “şampiyonluk havasını”, bir “ofsayt” ile kaybetme noktasına geldi. Taraftarın hatayı sporun dışına taşıyarak protesto etmesi ilerde daha büyük hatalara ve protestolara neden olacaktır. Siyasetin ve tehditkar üslubun bu protestoya egemen olması sezon başında kazandıkları sempatiyi de ortadan kaldırdı. Biz hala o “Lyon” karşısındaki takımı ve anlayışı özlüyoruz...

Galatasaray ve Fenerbahçe ise bu sonbahar aynı kaderi ve kederi paylaştılar. İki takım da sezona kötü bir başlangıç yaparken Galatasaray’ı Benfica deplasmanı, Fenerbahçe’yi ise Galatasaray derbisi ayağa kaldırdı. Galatasaray, Avrupa macerasına devam edebildiği için Skibbe bir adım önde görünüyor ancak iki tarafta da teknik direktör konusunda her maç sonu aynı tartışmalar yaşanıyor; Disiplinleri, oyuncu ile diyalogları hatta futbol bilgileri bile henüz taraftarları ikna edebilecek düzeyde kabul görmüyor.

Ankaraspor yerel yönetim desteğini en efektif kullanan takım. İkinci yarıda aynı tempoyu devam ettirmeleri diğer belediye takımları gibi yerel seçimlerle orantılı görünüyor. “Yerel seçimler” ve “futbol” kavramları ancak spor ve siyasetin bu kadar iç içe geçtiği bir ülkede beraber kullanılır herhalde...

Ertuğrul Sağlam Beşiktaş’a Metalist maçıyla veda etmişti. Denizli, o tarihten sonra üç dört tane “Metalist maçı” yaşamasına rağmen görevinin başında. İstikrar için gösterilen “sabır” olumlu ama futbol olumsuz.

Kayseri, Gaziantep ve Bursa temsilcileri de ligin “üst yarısında” bulunan takımlar. Taraftar desteğiyle, ligin sonuna kadar bu bölümde kalacak potansiyele de sahipler. Eğer devre arası, “yıldızlarını” kaybetmezlerse daha da yukarıyı zorlayacaklardır.

Diğer dokuz takım için işler biraz karışık görünüyor. Kocaeli ve Hacettepe, eğer reform yapmazlarsa, Bank Asya 1. Lig’e en yakın takımlar. Kalan yedi takımdan Antalyaspor ve Denizlispor’un da işleri zor. İyi niyetli ama genç kadroları gerilimin arttığı son haftalarda sıkıntı yaşayabilir. Tecrübesizliğin getirdiği baskı her an hata yaptırabilir ve hayati puanların kaybedilip 1. Lig’e uzanan son vizenin alınmasına neden olabilir.

Bu sene şampiyonluk, UEFA ve küme düşme mücadelesi çok çetin geçecek. İyi futbol izlemek isteyenler için sıkıcı, “polemikçiler” için malzemesi bol bir ilkbahar bizi bekliyor, umarım yanılırız. En azından ara transferde Bakan’ları odalarında futbolcuya imza attırırken veya taraftara “seçim vaadi” hesabından “transfer vaadi” verirken görmesek...



Güçlü Berk

21 Aralık 2008 Pazar

21.12.2008 Arda, Seriç ve Kara Paltolular

Kadrolara bakınca Galatasaray’ın favori olması doğal karşılansa bile, “hoca farkı” Galatasaray taraftarının aklındaki en büyük soru işaretiydi. Zaten maç öncesi birbirlerine başarı dilerken Denizli ev sahibi, Skibbe ise misafir görünümündeydi.

Misafir hoca Skibbe oyuncular tarafından başta benimsenmemişti. Yönetim Feldkamp’ı getirerek karşısında kenetlenecekleri “eski düşmanı” sununca, oyuncular Skibbe’nin tarafına geçti. Feldkamp hamlesi çok eleştirilse de oyuncular üzerindeki etkisinin olumlu olduğunu kabul etmek gerekir.

Maç futbol tutkunları için inanılmaz keyifli başladı. Henüz sekizinci dakikada Rüştü’nün sektirdiği top ile Servet tartışmalı bir gole imza attı. Bu gol Galatasaray’ı karşılaşmaya 1-0 önde başlatıyor derken sürekli boş kalan Delgado bir anda skoru eşitledi.

Holosko ceza sahasında Arda’yla karşı karşıya kalınca tek çare olarak çelme takabildi. Pembe kramponlar Baros’a bu maçta ilk golü penaltıdan getirdi.

Penaltıdan sonra Beşiktaş müthiş bir baskısıyla Galatasaray’ı sahasına hapsetti. Lincoln’ün bencillikle kaleye vurduğu şut dışında da pozisyon vermediler ancak net bir pozisyona da giremediler.

İkinci yarı ilkiyle aynı süratle başladı. Delgado’nun çenesine hakim olamayıp gördüğü kırmızı kartın ardından gelen Baros’un ikinci golü ile maçın bittiği düşünülürken, Holosko on kişilik Beşiktaş’ı tekrar maça bağladı.

Mustafa Denizli golle yakaladığı havayı iki oyuncu birden değiştirerek devam ettirmek istedi. Bu kumar mücadele açısından Beşiktaş’ı ayakta tutsa da Uğur’un kündesi “pembe krampon”lara üçüncü golünü kazandırdı.

Baros’un gollerine rağmen maçın adamı Arda’ydı. Hem hücumda hem savunmada terinin son damlasına kadar mücadele ederek alkışı en çok hak eden futbolcu oldu. Maçın kötüsü ise taç atmaktan başka olumlu bir hareketi olmayan Seriç’ti. Beşiktaş maça Seriç yerine başka bir isimle başlasaydı sonuç daha farklı olabilirdi.

Son haftalarda düşüşe geçen Beşiktaş’ta Denizli’nin kredisi çok erken tükenmeye başladı. Devre arasında toparlanamazlarsa Denizli’nin Beşiktaş serüveni düşünülenden kısa sürebilir.

Karşılaşmanın olaysız ve en azından kısıtlı küfürle sonuçlanması da sevindiriciydi. Bunu bozan tek görüntü, maç sonunda hakemin başına toplanmış olan “kara paltolu” yöneticilerdi. Yeşil çimenler üzerindeki “kara paltolu” karanlık görüntü, bu insanların futbolun dışında olması gerektiğinin bir ispatı gibiydi…



Yine Konya, yine tartışma…



Bu hafta sonu tartışılan bir başka konu da Kuddusi Müftüoğlu, ama yine fikir birliği yok.

“...Kuddusi olay yerine giderken iki elini çırpıyor. Organik olarak eli veriyor…” diyen var,

Hatta “Önder’in koltuk altı göğüs karışımından sekti” diyen bile var, orası neresiyse?

Benim için o tartışma zaten beş sene önce Sinan Engin’in “Korkma Kuddusi, ben seni korurum...” demesinden sonra bitmişti. O gün düştüğü durumdan sonra Kuddusi Müftüoğlu’nun her kararı doğru olsa ne olur, olmasa ne olur?

Hakemini temize çıkarmayan kurullar, federasyonlar oldukça bu tip tartışmalar ebediyen sürüp gidecektir...



Güçlü Berk

19 Aralık 2008 Cuma

19.12.2008 Arda atsa, Nobre atsa, futbol kazansa...

Yine bir derbi öncesi...

Maçta ne olsa?

Tribünler yarı yarıya olsa,

Başkanlar arada Federasyon Başkanı olmadan yan yana otursa.

Arda atsa, Baros atsa, Nobre atsa, Bobo atsa,

Çok atan kazansa.

Galatasaraylı, takımına Şampiyon Kulüpler’de yarı final oynatan,

Kendi deyimiyle “manyak Beşiktaşlı” Denizli’yi alkışlasa.

Beşiktaşlı, Galatasaray’ı UEFA için alkışlasa...

Maçta ne olmasa?

Hakem hata yapmasa, “piero”ya iş çıkmasa,

Protokol tribününü de dahil, küfür olmasa, kavga olmasa.

Sahaya bir şey atılmasa,

Amigo antrenöre, oyuncu rakibine kafa atmasa.

Buraya kadar iyi de, bunlar olur mu?...

Elbette olmaz. Kavga olur, küfür olur, bin tane Beşiktaşlı maçı bir kafesten izler.

Bir o kadar polis olur, vali olur hatta belki bakan bile olur, kuş uçurtulmaz...

Belki kuş uçmaz ama koltuk uçar, su uçar, çakmak uçar.

İşin kötüsü alıştık bunlara, “olmazsa olmaz”lara.

En azından maç güzel olsa, futbol kazansa...



Güçlü Berk

15 Aralık 2008 Pazartesi

15.12.2008 Basketbolda Kritik Haftalar

Efes Pilsen, Hammonds’dan sonra Bora Hun Paçun’u da bünyesine çağırarak toparlanmaya başlayan “kardeş” takımı Daçka’ya ikici darbeyi vurmuş oldu. Basketbol, futbol kadar popüler olmadığı için bu “kardeşlik” ilişkileri şu an göze batmasa da normal sezonun bitimine dört hafta kala oynanacak maç rakiplerinin ilgisini fazlasıyla çekecektir. Panionios maçının Efes Pilsen için Euroleague’de dönüm noktası haline gelmesinin sebebi de kalan maçlarının CSKA Moskova ve Real Madrid ile olması. Bu hafta alınacak bir mağlubiyet yolun sonu anlamına gelebilir. Efes’in en büyük eksiği ise seyirci değil “taraftar” desteği.



Galatasaray Cafe Crown’un farkı, ligde süpriz mağlubiyet almadan yoluna devam etmesi. Geçen sezon aldığı beklenmedik mağlubiyetler play-off’lara erken veda etmesine sebep olmuştu. Avrupa’da alınan başarısız sonuçlar ise seyirciyi küstürebilir. Oostende’den alınan 33 yaşındaki Atkins ise Buducnost maçlarından ders alınmadığını gösteriyor.



Şampiyonluğun en büyük adayı Fenerbahçe Ülker son haftalarda inanılmaz bir düşüş sergilemeye başlamışken farklı Antalya galibiyeti ilk üçte kalmalarını sağladı. Euroleague’de alınan Alba Berlin yenilgisi moralleri bozsa da fikstürün Efes’e göre daha rahat olması tur umutlarını arttırıyor. Yine de üst sıralar için Joventut’tan rövanşı alması gerek. Takımın zayıf halkaları Green ve Vidmar performanslarının üzerine çıkabilirse takım çok daha iyi işler yapabilecek potansiyele sahip.



En ilginç takımlardan biri Pınar Karşıyaka. Mims sayı ortalamasında üçüncü sırada, Williams ligin ribaund lideri, Hakan Köseoğlu asist lideri, Benton bloklarda üçüncü sırada ve yine Hakan Köseoğlu top çalmada dördüncü sırada iken, oynadıkları takım ligde onbirinci sırada... Ayhan Kalyoncu bu durumun sebebini bulabilirse hızla üst sıralara tırmanabilirler.



Antalya’da işler karışık. Kepez başabaş götürdüğü maçları son bölümlerde kaybetmese bugün farklı bir yerde olabilirdi. Maç sonu yaşanan sıkıntıyı tecrübeli Halil Üner ile aşabilirler. Bu hafta ilk galibiyetlerini almaları onlara büyük moral oldu. Antalya B.B. ise Orhun Ene’nin istifasıyla boşalan koltuğa yardımcılığını yapan Altar Tunçkol’u getirdi. Orhun Ene’nin istifasındaki en büyük neden oyuncuların paralarının ödenmemesi gibi görünüyor. Altar Tunçkol iki sezon önce küme düşmesi beklenen Daçka’yı play-off’lara taşıyarak büyük başarı göstermişti. Ancak yaşanan parasal sıkıntılar gerek Tunçkol’un gerekse oyuncuların amaçladıkları performansı göstermelerine engel olabilir.



Beşiktaş Cola Turka’nın üstüste aldığı üç galibiyet ile nefes aldığını söyleyebiliriz. İzmir temsilcisi Aliağa ise Fenerbahçe Ülker ve Türk Telekom galibiyetleri ile lige kendini tanıttı ve Pınar Karşıyaka’nın bu sezon yarattığı “dişli takım” boşluğunu doldurmuş oldu. Ligin dibine demir atan CASA TED Kolejliler’in durumu ise pek parlak görünmüyor. Ankara’nın köklü kulübü bu hafta Pınar Karşıyaka’yı yendi ama Kepez maçı onlar için hedef maç, kaybedilmesi çok sıkıntılı günleri getirebilir.



Güçlü Berk

12 Aralık 2008 Cuma

12.12.2008 Kalite ve Tesadüf

Daha önce Iorfa, Lutu, Bratu, Bruno, Barusso, Lukunku, Almaguer, Duro veya benzeri bir isim hep vardı kadroda...

Şimdi De Sanctis, Meira, Linderoth, Lincoln, Kewell, Nonda, Baros aynı anda Galatasaray’da ve aralarında tartışılanı yok. Herbirinin sakatlığı “Galatasaray’da Şok” manşetiyle haber oluyor...

Yabancılar bir yana, yerlilerin de kalitesi ortadayken beklenti artıyor ve alınan sonuçlardan sonra Galatasaray’ın tartışılanı Skibbe oluyor.

Geçen sezon Zico için yapılan “otorite eksikliği” ve “maç seçme” eleştirileri bu sezon da Skibbe için yapılıyor. Hatta devre arasında bir antrenör değişikliği beklemeyen yok gibi. Her maça bu baskı altında hazırlanınca Skibbe’nin de hata yapması doğal karşılanmalı.

Orta sahaya enerji getiren Barış Özbek maça sağ kanatta tek başına başlayınca Galatasaray’ın direnç çizgisi yine savunmaya kadar geriledi. Karşısında bir engel göremeyen Gençlerbirliği giderek daha kalabalık şekilde hücum etmeye başladı ve 26. dakikada golü buldu.

Ankara ekibi bu golün cesaretiyle yüklenmeye devam ederken, Galatasaray’ın “o tartışmasız” kaliteli ayakları, onbeş dakika içinde yine üç gole birden imza attı...

Her ne kadar iyi futbol iyi futbolcuyla oynansa da kalite her zaman başarı getirmiyor. Zayıf rakip karşısında alınan yapay skor da orta sahanın defansif eksiklerini kapatmıyor.

Hedef eğer lig ise bu kaliteli ve “pembe” kramponlar Galatasaray’ı hep potada tutabilir, ama hedef Avrupa ise bu orta sahayla geçen seneki Leverkusen bozgununu tekrar yaşamamak için dua etmekten başka çare yok gibi görünüyor.

Tesadüf’en bir not...

Aziz Yıldırım geçen sene “Tekrar edilmeyen ve aşılamayan başarılar tesadüfen kazanılmıştır ve hafızalarda hoş bir anı olarak kalmaktan ileriye gidemezler” demişti. Açıkça belirtmese de Galatasaray’ın kazandığı UEFA Kupası’nı hedef aldığı anlaşılıyordu. Şimdi bu “tesadüf” sözünü Galatasaray taraftarı Fenerbahçe’nin geçen sene kazandığı başarı için dile getiriyor.

2000 yılında yapılan yatırımlar, harcanan mesailer, yönetimin, hocaların, futbolcuların emekleri, “ezeli rekabet” adına “tesadüf” olarak nitelenince, Fenerbahçe’nin geçen sezon elde ettiği “haklı” başarı da, 2 puanlık maceranın ardından hafızalarda malesef “hoş bir anı” olmaktan ileri gidemiyor.

İki ekip birbirinin başarılarını küçümsedikçe kendi başarılarını da beş paralık ediyor...

Güçlü Berk

7 Aralık 2008 Pazar

07.12.2008 Ankara’da Halı Sahada

Bu sene Ankara Ulus’ta ki “halı sahada” oynayan takımlardan kendini ilk toplayabilen kulüp Ankaragücü’ydü. Sahaya “suni çim, yapay çim” gibi teknik bir isim vermek istemedim çünkü saha bildiğimiz “halı saha”.

Ankaragücü’nde Cemal Aydın ve taraftar arasındaki enteresan rekabet sezon başında takımı ciddi anlamda etkilemişti. Cemal Aydın’ın Ünal Karaman hamlesi hem takımı toparladı hem tribüne karşı mesaj oldu.

Kimi yorumcular bu “taraftar ayaklanmasında” başrolü takımları birleştirmek isteyen Melih Gökçek’in oynadığı fikrinde birleşse de, bu konu kesinlik kazanmadan bir şey söylemek yanlış olur. Ancak seneye 100. yılını kutlayacak bir kulübün taraftarının kendi başkanına bu kadar küfür etmesi hiç hoş olmuyor.

Suat Arslanboğa maç başlamadan De Sanctis’in boynundan görünen 4 cm beyaza takıldı. Formayla ayrı renk diyorsan, eldivenlerde hatta göğüs reklamında daha çok beyaz vardı. Yok “oyuncuların formasıyla karıştırırım” diyorsan, Serkan Kırıntılı’yı da hem şort hem kazak değiştirmeye göndermen gerekmez mi?

Bu tip otorite şovları kendilerini zor durumda bırakıyor farkında değiller. İkinci yarıya De Sanctis’in aynı içlikle çıktığını farkedemedi mi bilmiyorum...

Ankaragücü beraberliğe razı olduğunu daha maçın başında belli etti. Az adamla geldi Galatasaray sahasına ve Gökhan Emreciksin’in direkten dönen güzel şutu dışında da ciddi bir pozisyon yakalayamadı.

Galatasaray’da da Lincoln, Arda, Kewell gibi teknik oyuncular sahadan korkup “düz” oynamayı tercih edince sahada seyredilecek “keyifli” bir futbol oynanmadı.

İkinci yarıda Ankara takımı biraz daha ileri çıkmayı düşündü ama geriye dönemedi. Bu pozisyonlarda Galatasaray’lılar da yavaş davranınca gol 60. dakikaya kadar gelmedi. Biriken goller 5 dakikada gelince maç bir anda koptu. Kimse Skibbe şapkadan tavşan çıkardı demesin, zorunlu değişiklikler olmasa Skibbe’nin o dakikada herhangi bir hamle düşüncesi yoktu.

Beş dakikada gelen üç golün faturası evsahibi tribünlerinde hemen başkana kesildi. Rakip takıma küfür etmek cezaya sebep olurken kendi başkanına küfür etmek serbest mi? Kaç haftadır Ankara’da küfür var ceza yok...Gerçi ceza olursa bunu isteyen taraftarın işine gelmiş oluyor...

Ceza vermemektense bu iş başka şekilde çözülemez mi? Dakikalarca reklamı yapılan stad kameraları orada süs değilse küfür edenler belirler, stada almazsın...

Bu iş bu kadar zor mu?



Güçlü Berk

4 Aralık 2008 Perşembe

04.12.2008 Berlin’de Final Umudu

Bir takım düşünün;

Sezon daha yeni başlamışken teknik direktörün yardımcıları gönderilmiş,

Takımı Futbol A.Ş. Genel Müdürü kuruyor dedikoduları yayılıyor.

Geçen sezon kendi takımını analiz edemeyen, stoperi, sağ beki “ön libero” oynatan, sonunda da istifa eden eski teknik direktörü, teknik danışman olmuş,

Rakipleri analiz etsin diye…

Bir de ligin formda golcüsünü tavsiye ediyor takıma, belki de yine “ön libero” için.

Peki bu takımın teknik direktörü ne yapıyor diye merak ediyor insan.

Sonra da yönetim diyor ki; Biz teknik direktörün arkasındayız, bu sene UEFA’da da final oynayacağız…

Bu şartlar altında bırakın taraftarı, oyuncuların önce teknik direktöre sonra da bu hedefe inanması çok zor görünse de Galatasaray inanılmaz bir istekle başladı maça. Barış lig maçından sonra bu maçta da Arda ve Sabri’yle birlikte takımı o ruhsuz oyundan kurtarmış ve hareketlendirmişti.

İlk yarıda ki baskı ve mücadele gol getirmese de hepimize yeniden umut aşıladı. İkinci yarıda ki penaltı golü bu arzunun hediyesiydi. Sonrasında Hertha’nın yakaladığı pozisyonlar heyecan yaratsa da Berlin’de bulduğumuz final umudunu kaybettirmedi.

Türk taraftarlar Hertha Berlin’i “auf Wiedersehen” (güle güle) diye uğurlarken yazının başında bahsettiğimiz sıkıntıları unutup bir an için de olsa maçın keyfini çıkartmaya bakıyoruz…

Metalist maçı umarız liderlik şansını Galatasaray’a kaybettirmez. Şampiyonlar Ligi’nden gelecek rakibe göre UEFA gruplarından bir üçüncüyle oynamak büyük avantaj olur. Bu futbolu istikrarla birleştirmesi Galatasaray için finalde belki de Fenerbahçe’yle gerçek bir “dünya derbisi” oynamasına sebep olur.

Güçlü Berk